Etiket: mat renkler

Geleneksel Sanatlar

Kültür ve Sanat alanındaki tarihsel ve çağdaş oluşumlar, bağlı oldukları dönemlerin ekonomik süreçlerini kapsayan toplumsal göstergelerini de yansıtıyorlar. Bu alandaki çağdaş sorunların doğru bir şekilde algılanması, geleneksel sentez iradesinin tarihsel tüm boyutları ile kavranmasına bağlı bulunuyor. Müslüman Türk iradesinin yansıdığı yeni bir kültür sentezi, Selçuklu çağının başından Osmanlı çağlarının sonuna değin, söz konusu iradenin kozmopolit ve yabancı unsurlar üzerinde, politik dehası ve engin inanç hoşgörüsü ile egemen kılındığı şartlara bağlı görünüyor. Göç dinamikleri kapsamında yaşanmış özgün deneyimler sonucu, bu özel coğrafyaya cesaret ve güvenle intibak edebilen güçler, mahalli etnik ya da yabancı tüm unsurları kendi içinde eritebilen bir sosyo-ekonomik başarının yanı sıra, kültür ve sanat alanında da aynı serüvenlerin yaşandığı bir yenilenmeyi temsil ediyorlar. 900 yılı aşkın bir süredir yaşanan bu sürecin, Batı dünyasındaki teknolojik gelişmeler sonucunda, ithali zorunlu olan yeni biçim göstergelerine bağlı değişimlerle kesintiye uğradığı şüphesi ise, ülkemizdeki çağdaşlığın en hazin sendromunu oluşturuyor.

null

Ebru

Ebru’nun Tarihçesi

Ortaya çıkış yeri ve tarihine ilişkin kesin bir delil bulunmamaktadır. Ancak, köklerinin 9. ve 10. yüzyıla kadar uzandığı varsayılmaktadır. Bilinen o ki, bu sanat, kağıdın tarih sahnesine girmesiyle gelişmiştir. Çin’de lin-şa-şien, XII. asırdan itibaren Japonya’da suminagaşi ve beninagaşi isimleriyle sulu vasatta yapılan bir takım çalışmaların mevcudiyeti, daha sonraki asırlarda Çağatay Türkçesi’yle ebre adını alarak Türkistan’da ortaya çıkan bu sanatın tarihi gelişimi hakkında, müphem de olsa bir fikir vermektedir. Türkistan’dan en geç XVI. asır başlarında İpekyolu’nu takiben İran’a geçişinde ebri olarak isimlendirilen bu sanat, görünüşüyle gerçekten bulut kümelerine benzer şekiller taşıdığından, buluta nisbet ifade eden bu Farsça ismi doğrulamaktadır. Osmanlı ülkesinde de revaç bulan aynı isim, telaffuz zorluğundan son yüzyılda Türkçede ebru’ya dönüşmüştür. Galat olmakla beraber, kaş gibi şekiller de ihtiva ettiğinden, bu sanata ebru denilmesi bir çelişki sayılmamalıdır; çünkü ebru kelimesi Farsça’da kaş manasına gelmektedir. XVI. asır ortalarında Mir Muhammed Tahir tarafından Hindistan’da yapılmaya başlandığı rivayet olunan ebruculuk, buradan İran’a ve sonra da İstanbul’a kadar yayılmıştır. Aynı yüzyılın sonlarında, İstanbul’dan Avrupalı seyyahlar tarafından kendi memleketlerine götürülen ebru kağıtları önce Almanya’da, sonra da Fransa ve İtalya’da mermer kağıdı veya Türk mermer kağıdı, hatta sadece Türk kağıdı adıyla tanınıp benimsenmiş ve oralarda da yapılmaya başlanmıştır. Zaman içinde İngiltere ve Amerika’ya da yayılan ebru kağıdı, her ülkenin sanat anlayışına göre bir başkalık gösterir. Bunda, kullanılan değişik malzemenin de rolü olmalıdır. Belgelenen en eski ebru örneği 16. yüzyıla aittir. Kağıdın süslenmesinde, kıt’a ve levhaların iç ve dış pervazlarında, yazma ciltlerinde yan kağıdı olarak sıkça kullanılmıştır.

null

Ebru, kâğıt üzerine, özel yöntemlerle yapılan geleneksel bir süsleme sanatıdır. Ebru sözcüğüne köken olarak, bulut anlamına gelen Farsça “ebr” sözcüğü gösterilmektedir. Bu sözcükten türetilen ve “bulut gibi” ya da “bulutumsu” anlamına gelen “ebri” sözcüğü Türkçede değişerek “ebru” biçimini almıştır. Gerçekten de ebru bulut izlenimi uyandıran bir görünümdedir. Ebru sözcüğü bir başka görüşe göre “yüz suyu” anlamına gelen Farsça “âb-rûy” tamlamasından gelmektedir.

null

Ebru sanatının ne zaman ve hangi ülkede ortaya çıktığı bilinmemekle birlikte bu sanatın doğu ülkelerine özgü bir süsleme sanatı olduğu kesindir. Bazı İran kaynaklarında ilk kez Hindistan’da ortaya çıktığı yazılıdır. Hindistan’dan İran’a, oradan da Osmanlılara geçmiştir. Gene bazı kaynaklara göre de ebru Türkistan’daki Buhara kentinde doğmuş ve İran yoluyla Osmanlılara geçmiştir. Batıda ebru “Türk Kâğıdı” diye adlandırılır.

null

Ebrunun Yapılması

Ebrunun yapılışı oldukça zevkli ve sabır isteyen bir iştir. Önce uygun bir kâğıt seçmek gerekir. Çünkü her kâğıda ebru yapılmaz. Kâğıt, boyayı iyice emecek nitelikte ve dayanıklı olmalıdır. Eskiden hattatlar (güzel yazı ustaları) yazı yazmak için yüzeyine “ahar” denen özel karışımlı (nişasta ve yumurta akı) bir sıvı sürülen ve bu yüzden “aharlı” denilen kâğıt türünü yeğlerlerdi. Ebrucular ise bu tür kâğıtlar boyayı iyi emmediği için “aharsız” da denen ham kâğıt kullanırlardı.

Ebru yapmak için genellikle dikdörtgen biçiminde, büyükçe ve yayvan bir tekne gerekir. Geven denilen otun gövdesinden elde edilen ve beyaz renkli bir tür zamk olan kitre, belli bir oranda, suyla bir kabın içinde karıştırılır. Kitre yerine salep, keten tohumu, ayva çekirdeği, gazyağı gibi birçok değişik madde de kullanılmaktadır. Kitre ile yapılan bu karışım 12 saat kadar bekletilir ve zaman zaman karıştırılır. Kitre bu süre sonunda erir ve karışım boza kıvamını alır.

Daha sonra küçük fincanlarda ebru için boya hazırlanır. Bu amaçla kullanılacak boya çok ince toz haline getirilmeli ve suda eriyip dağılmayan bitkisel ve kimyasal boyalardan olmamalıdır. Fincanda su ile iyice karıştırılarak sıvılaştırılan boyalara ayrıca iki kahve kaşığı taze sığır ödü katılır. Bu işlemin amacı iyice ezilmiş boyanın dibe çökmeden yüzeyde kalmasını sağlamaktır. Bu biçimde hazırlanan değişik renkteki boyalar özel tekneye boşaltılmış olan boza kıvamındaki sıvının yüzüne serpilir. Yüzeyde birikintiler halinde kalan bu boyalar daha sonra tahta bir çubukla karıştırıldığında ya da yayıldığında şaşırtıcı ve ilginç desenler ortaya çıkar. Ayrıca hazırlayanın isteğine göre belli desenler de elde edilebilir. Bu desenlerin üzerine yatırılan özel kâğıt, 5-10 saniye sonra, iki ucundan tutularak kaydırmadan ve oynatmadan, kitap sayfası açar gibi bir yana doğru kaldırılır. Kâğıt, boyalı tarafı üste gelmek üzere uygun bir yere serilerek kurutulur. Böylece ortaya binlerce ayrıntı ve renk taşıyan desenler çıkar. Eğer, bu desenlerin arasına bir yazı ya da herhangi bir çiçek motifi yerleştirilmek istenirse, başka bir yöntem uygulanır. Yazı ya da motif, bir kâğıda yazılır ya da çizilir. Keskin bir araçla kenarları kesilip kalıp çıkartılır ve ebru kâğıdına zayıf bir yapıştırıcı ile yapıştırılır. Kâğıdın, yapıştırılan desenin bulunduğu yüzeyi yukarıda anlatıldığı gibi teknenin içine yatırılır. Elde edilen ebru kuruduktan sonra, hafifçe yapıştırılmış olan bölüm sökülünce yazı ya da motiflerin yerleri boş kalır. Bu yöntem hattat ve ebru ustası Necmeddin Okyay (1883-1976) tarafından bulunduğu için bu yöntemle yapılan ebrulara “Necmettin Ebrusu” denir. Ebrunun “battal ebru”, “taraklı ebru”, “çiçekli ebru” gibi daha birçok türü vardır.

null

Ebru ciltçilikte ve hattatlıkta çok kullanılırdı. Bazen elde edilen ilginç ve güzel desenler bir tablo görünümünde olduğu için bu amaçla da kullanıldığı oldu. Türkler’den Hatip Mehmed Efendi (18.yüzyıl), Şeyh Sadık Efendi (19.yüzyıl), Bekir Efendi (20.yüzyıl başları) gibi çok usta ebru sanatçıları yetişmiştir. Bu sanatın Necmeddin Okyay’dan sonra yetişen son ustaları arasında Mustafa Düzgünman (doğumu 1920) ve Niyazi Sayın (doğumu 1927) özellikle anılabilir.

Karagöz – Hacivat

Karagöz Tarihçesi

Gölge oyununun çıkış noktası uzakdoğu, Çin olarak bilinir. Ticaret ve geziler sonucu Endonezya, Java ve Hindistan’da yaygınlaşan gölge oyunu mistik ve dinsel bir etkiye sahiptir. Türkler Çin ile yakın ilişkileri dolayısıyla bu sanatı öğrenmişler ve kendi kültürleri doğrultusunda geliştirmişlerdir. Uygur ve Budist duvar resimlerinde görülen tasvirler Çin gölge oyununda da görülür. Topkapı Sarayı Müzesi’nde eserleri bulunan Mehmet Karakalem çalışmaları da bunlara benzer örneklerdir.

null

Karagöz Oyun Bölümleri

Karagöz oyunu dört ana bölümden oluşur.
A. Mukaddime (Başlangıç)
B. Muhavere (Söyleşme)
C. Fasıl
D. Bitiş

null

A. Mukaddime: Oyun başlamadan perde ortasına göstermelik denen figürler (Limon ağacı, Çiçek saksısı, Gemi, Çeşme, Hamam vb.) yerleştirilir. Göstermelik hangi oyunun oynanacağına dair bir ipucu olabildiği gibi oyundan tamamen bağımsız da olabilir. Göstermelik Hayali ya da Yardağın çaldığı kamıştan yapılmış nareke ismi verilen düdüğün çıkardığı zırıltılı ses ve def velvelesi eşliğinde perdeden yavaş yavaş kaldırılır. Bu oyunun başladığına işarettir. Daha sonra seyirciye göre sol taraftan Hacivat semai formunda bir şarkı söyleyerek gelir, şarkısını bitirdikten sonra perde gazelini okur. Perde Gazeli: Perdeden Göstermelik na’reke vızıltısı ve def velvelesi eşliğinde kaldırıldıktan sonra Hacivat tarafından söylenen uyaklı manzum şiirlerdir. Hayali perde gazeline başlamadan “Oof Hay Hak!” diye yaratana seslenir. Oyunların tasavvufî yönlerinin ağırlıklı olarak vurgulandığı perde gazellerinde, yaratanın varlığı ve birliği övülürken insanın aciz bir kul olduğunun altı çizilir. Karagöz’ün ibret perdesi olduğu ve gösterinin bir ders niteliğinde olduğu belirtilir. En bilinen perde gazeli;

Naks-i sun’un remz ider hüsnünde rüyet perdesi
Hace-i hükmü ezeldendir hakikat perdesi
Sîreti sûrette mümkündür temasa eylemek
Hâil olmaz ayn-i irfâna basiret perdesi
Her neye im’an ile baksan olur is âşikâr
Kılmış istilâ cihani hab-i gaflet perdesi
Bu hayâl-i âlemi gözden geçirmektir hüner
Nice Karagözleri mahvetti bu sûret perdesi
Sem-i askın yandırıp tasviri cismindir geçen
Âdemi amed süt etmekte azimet perdesi
Hangi zilla iltica etsen fena bulmaz acep
Oynatan üstadı gör kurmuş muhabbet perdesi
Dergah-i Âl-i Abâ’da müstakim ol Kemterî
Gösterir vahdet elin kalktıkça kesret perdesi.

(Türk Folklor Araştırmaları Yıllığı, Karagöz Özel Sayısı, İstanbul Haziran 1959, Sayı 119, s: 1935-1936.)

null

Bu gazel 1312 (H.) senesinde Üsküdar’da ölen Kemteri mahlasını alan Rasit Ali Efendi’nindir. Karagöze izafe edilen ve Bursa’da Çekirge yolundaki mezar tasına 1310 (H.) yılında yazılmıştır. Bu ve bunun gibi değişik perde gazellerinin okunmasıyla oyun açılmış olur. Perde gazeli bitimiyle Hacivat seyirciyi selamlar ve Karagöz’ü çağırmak için teganniye başlar. Karagöz bağırmamasını söylese de Hacivat bağırmaya devam eder. Bunun üzerine Karagöz aşağıya atlayıp, Hacivat’la alt alta, üst üste kavga ederler. Hacivat kaçar, Karagöz sırt üstü yerde yatarken anlamsız sözlerden oluşan tekerlemesini söyler.

Karagöz Hacivat’a kızıp söylenirken, “Bir daha gel bak ben sana neler yaparım” der. Hacivat tekrar perdeye gelir ve Mukaddime biter, Muhavere (söyleşi – atışma) başlar.

B. Muhavere: Kelime anlamı karşılıklı konuşma olan muhavere, Karagöz ve Hacivat’ın tüm özelliklerini bünyesinde barındıran bir bölümdür. Yanlış anlamalara dayalı, kelimelerin ses oyunlarıyla farklı anlamlarda kullanılmaları, ikilinin eğitim öğretim durumları ve kişilik özellikleri bu bölümde iyice belirginleşir. Eski oyunlardan günümüze ulasan muhavereler asıl oyunun konusuyla ilgili değildir. Yeni yazılan muhavareler ise oyunla ilgili olabiliyor. Bu bölüm Karagöz’ün yabancı sözcükler kullanarak konuşan Hacivat’ı yanlış anlaması ya da yanlış anlar görünmesi üzerine kuruludur. Böylece muhavere, ortaya türlü cinaslar ve nükteler çıkmasıyla sürer gider. Muhavereler her konuya açıktır, önceden bilinen bir muhaverenin içine günlük olaylar sokulabileceği gibi, günlük olayları sakacı bir dille eleştiren doğaçlama muhaverelerde olabilir. Bu Karagöz oynatan ustanın maharetine ve kültürüne bağlıdır. Evliya Çelebi’nin çok övdüğü Hayâlî Kör Hasanzade Mehmet Çelebi’nin aksamdan sabaha dek değişik taklitler yapıp herkesi hayretler içinde bıraktığı, 18. yüzyıl sonlarında yetişen Kasımpaşalı Hafız’ın da gece sabaha kadar sadece Hacivat ile Karagöz’ü oynatıp konuşturduğu, dinleyenlerin çatlamak derecesine geldiği ve vaktin nasıl geçtiğini fark etmedikleri biliniyor. 18. yüzyıl sonlarında yetişen hayal küpü Emin Aga’nın bir söylediği muhavereyi bir daha söylemez diye şöhreti vardır. Muhavere bölümü Hacivat’ın Karagöz’den dayak yiyip kaçması, yalnız kalan Karagöz’ün “Sen gidersin de ben durur muyum. Ben de giderim evime bakalım ayine-i devran ne suretler gösterir” diyerek çıkması ile sona erer.

null

C. Fasıl: Oyunlara ad olan bölümdür. Karagöz oyunları isimlerini burada geçen olay örgüsünden alırlar. Karagöz ve Hacivat dışındaki diğer tipler ağırlıklı olarak bu bölümde perdeye gelir, kendilerini gösterirler. Basit entrikalarla oluşan düğüm yine bu bölümde çözüme kavuşturulur. Hacivat’ın Karagöz’e is bulması, Karagöz’ün kendisini zor durumda bırakacak isler yapması en çok kullanılan temalardır. Akışa göre kendi kılık ve şiveleri ile çeşitli tipler perdeye gelip giderler. Gelen her tip kendi müziği eşliğinde şarkısını söyler.

D. Bitiş: Karagöz oyununun en kısa bölümü bitiştir. Fasıl bölümü sona erdikten sonra Karagöz ile Hacivat perdeye gelirler. Burada kıssadan hisse söylenir. Gelecek oyunun adı, yeri ve zamanı konuşma arasında ilan edilir. Karagöz Hacivat’ı tekrar döver, bunun üzerine Hacivat, klasik sözü, “Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman” diyerek yukarı sola doğru perdeden ayrılır. Oyunu kapatan Karagöz’dür. “Her ne kadar sürç-i lisan ettikse affola! Bak yarın aksam ben sana neler ederim neler!” diyerek yukarı sağa doğru perdeden çekilir. Hayal perdesinde ışığın kararmasıyla oyun sona erer.

null

Karagöz oyun metinleri Kar-i kadim ve Nev icad olmak üzere ikiye ayrılır. Eski Karagöz oyunlarına (Kar-i kadim), yeni olanlara ise (Nev icad) denir.

Lületası

Lületaşının, beyaz, sarımtrak, gri ya da kırmızımsı ve mat renklileri vardır. Sertlik derecesi 2 – 2.5 olup, hafif yapışkan ve gözeneklidir. Toprağın 20-60-130 metre derinliklerinde, irili ufaklı yumrular halinde bulunur. Küçük yumrular, derinlere açılan kuyular ve kuyulara bağlı tüneller kazılarak toplanır. Bu kuyuların bir kısmı kuru, bir kısmı suludur. Sulu olan kuyuların tasları daha makbuldür. Pensilvanya, Güney Karolina, Utah, Meksika, Madrid, Nayirobi gibi değişik yerlerde de lületaşı üretilmektedir; ancak bunlar önemsiz ve düşük kalitededir. En kaliteli lületaşı Eskişehir’de bulunmaktadır. Kururken nem ve gazın içindeki artıkları bünyesinde tutma özelliği ile, çok uygun bir pipo malzemesi olduğu gibi, pek çok sanayi dalında kullanılan iyi bir absorban, filtre, yalıtım ve dolgu malzemesidir. Yıllardır sanayide, vazgeçilmez bir madde haline gelmiştir. Ağızlık, pipo, süs eşyası ve otomobil boya sanayiinde kullanılır. Porselen hamuruna, böcek ilaçlarına, pudra ve leke çıkartma ilaçlarına katılır.

null

Jeolojik olarak üç kademe halinde teşekkül etmiştir:

Birinci sıralık: Kumlu-killi toprak arasında 10-14 m. derinliklerdeki cevherdir.
İkinci sıralık: 40-60 m. arasında oluşur. Killi seviyesinde teşekkül eden cevherdir.
Üçüncü sıralık: Kongremera serisinde teşekkül eden en kaliteli lületaşı serisidir ve bu da 80-130 m. arasında topografyaya uygun olarak teşekkül etmiştir.

null

Diğer lületaşı cinsleri ise; parçapamuklu, daneli dökme, birim birlik ve cılızdır.

Eskisehir’de lületaşı çıkartılan yerler ise: Sarısu, Yenisehir, Türkmentokat, Gökçeoglu, Karaçay, Söğütçük, Sepetçi, Margi, Nemli, Kümbet, Yeniköy, Kepertepe, Karahöyük ve Basören’dir.

null

null

1978-1987 yıları arasında lületaşı pipo ihracatı, yılda 800-900 bin dolar getirmiştir. Pipo dışında, satranç takımı, bilezik, kolye, küpe gibi mamullerin ihracatta payı büyüktür. Alıcı ülkeler, ABD, Avusturya, Hollanda, Belçika ve Almanya’dır. Günümüzde, yılda en az 1-1.5 milyon dolarlık ihracat yapılmaktadır. Bunun yanında yurdumuza gelen turistlere de işlenmiş lületaşı satılarak, Türkiye ekonomisine fayda sağlanmaktadır.

null

Halıcılık

Hereke’de halıcılığa ilişkin ilk çalışmalar, 1891 yılında Hereke dokuma fabrikası’na Gördes, Demirci ve Sivas’tan getirtilen ustalarla başladı. Bu ustalar çevre köylerde bu sanatı öğretti ve halıcılık kısa sürede yaygınlaştı. Saray halıları ve yabancı devlet adamlarına armağan edilecek değerli halılar burada dokunmaya başladı. Özellikle 1943′ten sonra Hereke halıcılığında büyük bir canlanma görüldü. Önceleri Gördes, Demirci türü halılar dokunurken daha sonra Uşak, Gördes, Bergama ve Saray halıları örnek alınarak özgün motifler oluşturuldu.

null

Hereke asıl ününü ipek halılarla yapmıştır. Bursa ipeğinden dokunan bu çok değerli halılar yurtiçinde ve yurtdışında kolaylıkla alıcı bulmuşlardır. İpek Hereke halılarında santimetre karede ortalama 100 düğüm bulunur. Çok ince ve çok değerli olan bazı halılarda santimetre karedeki düğüm sayısı 400′ü geçmektedir. Bu halılarda gül, karanfil, lale, erik ağacı motifleri çoğunluktadır. Kimi halılarda çerçeve içine alınmış eski harfli yazılara ya da çiçek motifleri arasına yerleştirilmiş hayvan motiflerinden oluşan değişik kompozisyonlarda bulunur.

null

null

null

Hereke halıları büyüklüklerine göre küçük yastık (25 x 40 cm.), yastık (60 x90 cm.), seccade (120 x180 cm.), karyola (150 x225 cm.), kelle (200 x 300 cm.) gibi değişik adlar almaktadır.

null

1970′li yıllarda özel sektörün ipek halıya yatırım yapmasıyla hızlanan sektör 1980′li yıllarda zirveye varmıştır. Fakat 1990′li yıllarla birlikte gerek bazı kişilerin isin sanat yönünü bırakıp sadece para yönüyle ilgilenmesi, gerekse yurtdışında dokunan kalitesiz halıların Hereke halısı adı altında piyasaya sürülmesiyle halıcılık sektöründe belli bir gerileme söz konusudur.

Bakırcılık

null

Yapılan araştırmalar, Anadolu’da bakırcılığın gelişiminin, çok eski tarihlere dayandığını, bakır cevher yataklarının eskiden beri isletildiğini doğrulamaktadır. Anadolu sanatında önemli bir yeri olan bakır, süslemeye de çok elverişli bir madendir. Günlük kullanımda kap-kacak, takılar, miğferler, kapılarda, kapı süslemelerinde, yapı unsuru olarak kullanılmıştır. En çok kullanılan maden bakırdır. Bakır kap yapım teknikleri; dövme, dökme, sıvama (tornada çekme), preste basma olarak dört çeşittir. Günümüzde en çok kullanılan maden isleme olarak bakır, kalaylanarak mutfak eşyası yapımıyla geniş bir şekilde sürdürülmektedir.

null

null

null

null

Kaligrafi: Türk Hat Sanatı

Türk hat sanatını yaratanlar, inançlarını, derin ve renkli kişiliklerini, yazıya getirdikleri yeniliklerle bütünleştiren sanatçılardı. Aynı zamanda yasadıkları çağı özümsemiş, engin kültüre sahip alçak gönüllü ve bilge kişilerdi. Örneğin Aklam-i Sitte (Alti Kalem’in) yaratıcısı Yakut, İslâm hukuku uzmanı, sair ve yazardı. Yazıda o gün için ilk olan okunaklı ve hoş kompozisyonlar oluşturarak kaligrafi tarihine geçti. Yazıya estetik, akıcı ve canlı bir yapı kazandırarak yazının temellerini de oturtmuş oldu. Yakut, Osmanlı hattatlarını etkiledi ve kendine özgü bir ekol yarattı. Yazı sanatında “sülüs” ve “nesih” yazılarının estetik kurallarını ise Seyh Hamdullah’a borçluyuz. Yazı onunla sanat düzeyine yükseldi, yalın, güzel ve estetik bir bütünlüğe ulaştı.

null

Yazıda bir diğer önemli kaligraf da Ahmet Karahisarî’dir. Karahisarî’nin ekolü ise bugünlere dek uzanmıştır. Aklam-i Sitte’nin ikinci şeyhi ise Hafız Osman’dır. Olgunluk döneminde yazdığı nesihlerdeki güç ve etki onlara kıvılcımlı nesih denilmesine neden olmuştur. II. Mahmut’un hocası olan Mustafa Rakım Efendi güzel sanatların diğer dallarında da yetenekli olan, “celi” ve “sülüs” stiline ve tuğraya en uyumlu ve mükemmel formunu veren yenilikçi bir kaligraftir. Osmanlı İmparatorluğu zamanında hat sanatı alanında eser veren ve adı anılmaya değer III. Seyh ise Mahmud Celalüddin Efendi’dir. Sanatçı olağanüstü yaratıcılığını ve ustalığını yansıtan pek çok yapıt ortaya koymuştur.

null

Görkemli tarihimiz, uzun geçmişimizde yalnız bas yapıtların yaratılmasına tanık olmadı kuskusuz. Devletimizin uzun süren savaş yıllarında, geçirdiği dramatik dönemlerde kimi kopukluklar olmasına karsın gelenek etkisini yine de sürdürmüştür. Bu iklimde yaratılmış pek çok seçkin ürünün dünyanın pek çok yerine dağılmış gibi görünmesine karsın yine de en büyük hazine Topkapı sarayında yasamakta ve ağırbaşlılıkla günümüz kültür ve sanatını beslemeye devam etmektedir. Çağdaş grafik tasarıma baktığımızda Ebüzziya Tevfik ve Emin Barin gibi güçlü köprülerin atıldığını ve Ihap Hulusi Görey, Sait Maden, Mürside İçmeli, Mengü Ertel, Aydın Erkmen, Savaş Çekiç gibi kimi grafik tasarımcılarının daha sonraki bölümlerde göreceğimiz gibi geçmiş kültürümüzden kopmadıkları, bilinçli arayış ve seçimlerle bu köprüyü kurdukları anlaşılacaktır.

null

null

null