Etiket: Medîne

Mimar Sinan

Mimar Sinan veya Koca Mi’mâr Sinân Âğâ (Sinaneddin Yusuf – Abdulmennan oğlu Sinan) (d. 29 Mayıs 1489 Ağırnas Kayseri – ö. 9 Nisan 1588, İstanbul), Osmanlı baş mimarı ve inşaat mühendisi. Osmanlı padişahları I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde baş mimar olarak görev yapan Mimar Sinan, yapıtlarıyla geçmişte ve günümüzde dünyaca tanınmıştır. En büyük başyapıtı, “ustalık eserim” dediği Selimiye Camisi‘dir.

Mimar Sinan

Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul’a getirildi. Zeki, genç ve dinamik olduğu için seçilenler arasındaydı. Sinan, At Meydanı’ndaki saraya verilen çocuklar içinde mimarlığa özendi, vatanın bağlarında ve bahçelerinde suyolları yapmak, kemerler meydana getirmek istedi. Devrinin mahir ustaları mahiyetinde han, çeşme ve türbe inşaatında çalıştı. 1514′te Çaldıran, 1517′de Mısır seferlerine katıldı. Kanunî Sultan Süleyman zamanında yeniçeri oldu ve 1521′de Belgrad, 1522′de Rodos seferinde bulunarak atlı sekban oldu. 1526′da katıldığı Mohaç Meydan Muharebesinden sonra sırası ile acemi oğlanlar yayabaşılığı, kapı yayabaşılığı ve zenberekçibaşılığa yükseldi.

1532′de Alman, 1534′de Tebriz ve Bağdat seferlerinden dönüşte “Haseki” rütbesi aldı. Bağdat seferinde Van Kalesi Muhasarasında, göl üzerinde nakliyat yapan kalyonlara top yerleştirdi.

Korfu, Pulya (1537) ve Moldovya (1538) seferlerine katılan Mimar Sinan, Moldovya (Kara Buğdan) seferinde Prut nehri üzerine onüç günde kurduğu köprü ile Kanunî Sultan Süleyman’ın takdirini kazandı. Aynı sene baş mimarlığa yükseldi.

Mimar Sinan, katıldığı seferlerde Suriye, Mısır, Irak, İran, Balkanlar, Viyana’ya kadar Güney Avrupa’yı görüp mimari eserleri inceledi ve kendisi de birçok eser verdi. İstanbul’da devrin en meşhur mimarları ile Bayezid Camii’nin ustası Mimar Hayreddin ile tanıştı.

Mimar Sinan

Bazı Eserleri

Sinan’ın mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar Halep’de Hüsreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Paşa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesi’dir.

Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, O’nun sanatının gelişmesini gösteren basamaklar gibidir. Bunların ilki, Şehzadebaşı Camii ve Külliyesidir. Külliyede ayrıca imaret, tabhane (mutfak), kervansaray ve bir sokak ile ayrılmış medrese bulunmaktadır.

Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Yirmi yedi metre çapındaki büyük kubbe, zeminden itibaren tedricen yükselen binanın üzerine gayet nispetli ve ahenkli bir şekilde oturtulmuştur. Sükûnet ve asaleti ifade eden bu sade ve ahenkli görünüşü ile Süleymaniye Camii, olgunlaşmış bir mimariyi temsil etmektedir. Sekiz ayrı binadan meydana gelen Süleymaniye Camii ve Külliyesi, Fatih’ten sonra şehrin ikinci üniversitesi olmuştur.

Mimar Sinan’ın en güzel eseri, seksen yaşında yaptığı Edirne Selimiye Camii’dir. Selimiye’nin kubbesi, Ayasofya kubbesinden daha yüksek ve derindir. 31,50 metre çapındaki kubbe, sekizgen şeklindeki gövde üzerine oturmuştur. Üç şerefeli ince minarelerine üç kişi aynı anda birbirini görmeden çıkabilmektedir. Sinan bu camiin ustalık eseri olduğunu ve bütün sanatını Selimiye’de gösterdiğini belirtmektedir.

Mimar Sinan, gördüğü bütün eserleri büyük bir dikkatle incelemiş, fakat hiçbirini aynen taklit etmeyip, sanatını devamlı geliştirmiş ve yenilemiştir. Eserlerindeki sütunlar, duvarlar ve diğer kısımlar taşıdıkları yüke mukavemet edebilecek miktardan daha kalın değildir. Kullandığı bütün mimari unsurlarda bu hesap dikkati çeker. Mimar Sinan aynı zamanda bir şehircilik uzmanıdır. Yapacağı eserin, önce çevresini tanzim ederdi. Yer seçiminde de büyük başarı göstermiş ve eserlerini, çevresine en uygun tarzda yerleştirmiştir.

Şimdiki Mimarların Örnek Alması Dileğiyle

Mimarın çok sayıdaki eserini inceleyenler, Sinan’ın depreme karşı bilinen ve gereken tüm tedbirleri aldığını söylemekteler. Bu tedbirlerden biri, temelde kullanılan taban harcıdır. Sadece Sinan’ın eserlerinde gördüğümüz bu harç sayesinde, deprem dalgaları emilir, etkisiz hale gelir. Yine yapıların yer seçimi de ilginç. Zeminin sağlamlaşması için kazıklarla toprağı sıkıştırmış dayanak duvarları inşa ettirmiş. Mesela Süleymaniye’nin temelini 6 yıl bekletmesi, temelin zemine tam olarak oturmasını sağlamak içindir.

Mimar Sinan, yapılarında ayrıca drenaj adı verilen bir kanalizasyon sistemi de kurmuştur. Drenaj sistemiyle yapının temellerinin sulardan ve nemden korunarak dayanıklı kalması öngörülmüştür. Ayrıca yapının içindeki rutubet ve nemi dışarı atarak soğuk ve sıcak hava dengelerini sağlayan hava kanalları kullanmış. Bunların dışında yazın suyun ve toprağın ısınmasından dolayı oluşan buharın, yapının temellerine ve içine girmemesi için tahliye kanalları kullanmıştır. Buhar tahliye ve rutubet kanalları drenaj kanallarına bağlı olarak uygulamaya konulmuştur. İşte Sinan’ın eserlerini inceleyen ve birçoğunu da restore eden Mimar Abdülkadir Akpınar’ın söyledikleri:

Karşılaştığım bir özellikten dolayı gözlerime inanamadım. Sinan’ın eserlerinde en ufak bir çıktı ve desen dahi tesadüf değil. Renklere bile bir fonksiyon yüklenmiş. Çünkü yapıyı her şeyi ile bir bütün olarak ele almış. Bütün ölçülerini ebcet hesabına göre yapmış ve bir ana temayı temel almış. Ölçülerini asal sayıya göre yapmış ve onun katlarını temel almış. İlmini din ile bütünleştirip mükemmel eserler ortaya koymuş. Örneğin Sinan Kur’an-ı Kerim’de geçen “Biz dağları yeryüzüne çivi gibi gömdük…” ayetinden etkilenerek yapılarının yeraltındaki kısmını ona göre inşa etmiş. Yapıları hislerine göre değil, matematiksel olarak oluşturmuş. Bugünün teknolojisi bile Sinan’ın yapmış olduğu bazı uygulamaları çözemiyor. Küresel ve piramidal uygulamalarının bir başka benzeri daha yok. Ama bunların hepsi estetik sağladığı gibi yapının sağlamlığını da pekiştirmiştir.

Mimar Sinan Türbesi

Süleymaniye Camii’nin eski ağalar kapısının karşı köşesinde, yol ayrımında üçgen bir alandadır. Önde som mermerden yapılmış bir sebil görülmektedir. Sebilin arkasındaki ufak mezarlıkta 6 sütunlu, üstü örtülü ve etrafı açık türbede Mimar Sinan’ın mezarı bulunmaktadır. Türbesini ölümünden az önce kendisi yapmıştır. 1933 yılında Mimar Vasfi Egeli tarafından restore edilmiştir. Sandukanın uçları ile üzerindeki burma kavuk, mermerdendir. Sokağa bakan demir parmaklıklı bir pencereden türbe görünür.

Mimar Sinan’ın Eserleri

Mimar Sinan 92 camii, 52 mescit, 57 medrese, 7 darülkurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane) 5 suyolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 tane de hamam olmak üzere 375 eser vermiştir.

Camiler

  1. İstanbul Süleymâniye Câmii
  2. İstanbul Şehzâdebaşı Câmii
  3. Haseki Camii
  4. Mihrimah Sultan Camii (Edirnekapı)
  5. Mihrimah Sultan Câmii (Üsküdar)
  6. Rüstem Paşa Câmii (Tahtakale)
  7. Sokullu Mehmed Paşa Câmii (Kadırga Limanı)
  8. Sokullu Mehmed Paşa Câmii (Azapkapısı)
  9. Sokullu Mehmed Paşa Câmii (Büyükçekmece)
  10. Odabaşı Câmii (Yenikapı)
  11. Hamâmî Hâtun Câmii (Sulumanastır)
  12. Ferruh Kethüdâ Câmii (Balat Kapısı içi)
  13. Kara Camii (Sofya)
  14. Kazasker İvaz Efendi Camii
  15. Kılıç Ali Paşa Camii (Tophane)
  16. Ahî Çelebi Câmii (İzmir İskelesi yakını)
  17. Ebü’l-Fazl Câmii (Tophâne üstü)
  18. Sinan Paşa Camii (Beşiktaş’ta)
  19. Eski Vâlide Câmii (Üsküdar)
  20. Ferhad Paşa Câmii (Çatalca)
  21. Drağman Yunus Camii
  22. Gazi Ahmet Paşa Camii
  23. Hadım İbrahim Paşa Camii
  24. Abdurrahman Paşa Camii (Kastamonu, Tosya)
  25. Molla Çelebi Camii
  26. Nişancı Paşa Çelebi Câmii (Kiremitlik)
  27. Piyale Paşa Camii
  28. Rüstem Paşa Câmii (Tahtakale)
  29. Selimiye Camii (Edirne)
  30. Zâl Mahmûd Paşa Câmii (Eyüp)
  31. Çavuşbaşı Camii (Sütlüce)
  32. İskender Paşa Câmii (Kanlıca)
  33. Şah Sultan Camii (Eyüp)
  34. Şehzade Camii (Şehzadebaşı)
  35. Şehzâde Cihangir Câmii (Tophâne)
  36. Şemsi Ahmed Paşa Câmii (Üsküdar)
  37. Osman Şah Vâlidesi Câmii (Aksaray)
  38. Sultan Bâyezîd Kızı Câmii (Yenibahçe)
  39. Ahmed Paşa Câmii (Topkapı)
  40. Sokullu Mehmed Paşa Câmii (Hafsa, Trakya)
  41. Sokullu Mehmed Paşa Câmii (Burgaz)
  42. İbrâhim Paşa Câmii (Silivrikapı)
  43. Bâli Paşa Câmii (Hüsrev Paşa Türbesi yakın)
  44. Hacı Evhad Câmii (Yedikule yakını)
  45. Kazasker Abdurrahmân Çelebi Câmii (Molla Gürânî)
  46. Mahmûd Ağa Câmii (Ahırkapı yakını)
  47. Hoca Hüsrev Câmii (Kocamustafa Paşa)
  48. Defterdar Süleymân Çelebi Câmii (Üsküplü Çeşmesi yakını)
  49. Yunus Bey Câmii (Balat’ta)
  50. Hürrem Çavuş Câmii (Yenibahçe yakını)
  51. Sinan Ağa Câmii (Kâdı Çeşmesi yakını)
  52. Süleymân Subaşı Câmii (Unkapanı)
  53. Kasım Paşa Câmii (Tersâne yakını)
  54. Muhiddin Çelebi Câmii (Tophâne)
  55. Molla Çelebi Câmii (Tophâne Beşiktaş arası)
  56. Çoban Mustafa Paşa Câmii (Gebze)
  57. Pertev Paşa Câmii (İzmit)
  58. Rüstem Paşa Câmii (Sapanca)
  59. Rüstem Paşa Câmii (Samanlı)
  60. Rüstem Paşa Câmii (Bolvadin)
  61. Rüstem Paşa Câmii (Rodoscuk’ta)
  62. Mustafa Paşa Câmii (Bolu)
  63. Ferhad Paşa Câmii (Bolu)
  64. Mehmed Bey Câmii (İzmit)
  65. Osman Paşa Câmii (Kayseri)
  66. Hacı Paşa Câmii (Kayseri)
  67. Cenâbî Ahmed Paşa Câmii (Ankara)
  68. Lala Mustafa Paşa Câmii (Erzurum)
  69. Sultan Alâeddin Selçûkî Câmiinin (Çorum) yenilenmesi
  70. Abdüsselâm Câmiinin (İzmit)yenilenmesi
  71. Kiliseden dönme Eski Câminin (İznik) Sultan Süleymân tarafından yeniden yaptırılması,
  72. Hüsreviye (Hüsrev Paşa)Câmii (Haleb)
  73. Sultan Murâd Câmii (Manisa)
  74. Orhan Câmiinin (Kütahya)yenilenmesi
  75. Kâbe-i şerîfin kubbelerinin tâmiri
  76. Hüseyin Paşa Câmii (Kütahya)
  77. Sultan Selim Câmii (Karapınar)
  78. Sultan Süleymân Câmii (Şam, Gök Meyda)
  79. Taşlık Câmii (Mahmûd Paşa için, Edirne)
  80. Defterdar Mustafa Çelebi Câmii (Edirne)
  81. Haseki Sultan Câmii (Edirne, Mustafa Paşa Köprüsü başı)
  82. Cedid Ali Paşa Câmii (Babaeski)
  83. Semiz Ali Paşa Câmii (Ereğli)
  84. Bosnalı Mehmed Paşa Câmii (Sofya)
  85. Sofu Mehmed Paşa Câmii (Hersek)
  86. Maktul Mustafa Paşa Câmii (Budin)
  87. Firdevs Bey Câmii (Isparta)
  88. Memi Kethudâ Câmii (Ulaşlı)
  89. Tatar Han Câmii (Kırım, Gözleve)
  90. Vezir Osman Paşa Câmii (Tırhala)
  91. Rüstem Kethüdâsı Mehmed Bey Câmii (Tırhala)
  92. Mesih Mehmed Paşa Câmii (Yenibahçe)

Medreseler

  1. Sultan Süleymân Medresesi (Mekke)
  2. Süleymâniye Medreseleri (İstanbul)
  3. Yavuz Sultan Selim Medresesi (Halıcılar Köşkü)
  4. Sultan Selim Medresesi (Edirne)
  5. Sultan Süleymân Medresesi (Çorlu)
  6. Şehzâde Sultan Mehmed Medresesi (İstanbul)
  7. Haseki Sultan Medresesi (Avratpazarı)
  8. Vâlide Sultan Medresesi (Üsküdar)
  9. Kahriye Medresesi (Sultan Selim yakını)
  10. Mihrimah Sultan Medresesi (Üsküdar)
  11. Mihrimah Sultan Medresesi (Edirnekapı)
  12. Mehmed Paşa Medresesi (Kadırga)
  13. Mehmed Paşa Medresesi (Eyüp)
  14. Osman Şah Vâlidesi Medresesi (Aksaray yakını)
  15. Rüstem Paşa Medresesi (İstanbul)
  16. Ali Paşa Medresesi (İstanbul)
  17. Ahmed Paşa Medresesi (Topkapı)
  18. Sofu Mehmed Paşa Medresesi (İstanbul)
  19. İbrâhim Paşa Medresesi (İstanbul)
  20. Sinân Paşa Medresesi (Beşiktaş’ta)
  21. İskender Paşa Medresesi (Kanlıca)
  22. Kasım Paşa Medresesi
  23. Ali Paşa Medresesi (Babaeski)
  24. Mısırlı Mustafa Paşa Medresesi (Gebze)
  25. Ahmed Paşa Medresesi (İzmit)
  26. İbrâhim Paşa Medresesi (Îsâ Kapısı)
  27. Şemsi Ahmed Paşa Medresesi (Üsküdar)
  28. Kapı Ağası Mahmûd Ağa Medresesi (Ahırkapı)
  29. Kapıağası Câfer Ağa Medresesi (Soğukkuyu)
  30. Ahmed Ağa Medresesi (Çapa)
  31. Hâmid Efendi Medresesi (Filyokuşu)
  32. Mâlûl Emir Efendi Medresesi (Karagümrük)
  33. Ümm-i Veled Medresesi (Karagümrük)
  34. Üçbaş Medresesi (Karagümrük)
  35. Kazasker Perviz Efendi Medresesi (Fâtih)
  36. Hâcegizâde Medresesi (Fâtih)
  37. Ağazâde Medresesi (İstanbul)
  38. Yahya Efendi Medresesi (Beşiktaş’ta)
  39. Defterdar Abdüsselâm Bey Medresesi (Küçükçekmece)
  40. Tûtî Kâdı Medresesi (Fâtih)
  41. Hakîm Mehmed Çelebi Medresesi (Küçükkaraman)
  42. Hüseyin Çelebi Medresesi (Çarşamba)
  43. Şahkulu Medresesi (İstanbul)
  44. Emin Sinân Efendi Medresesi (Küçükpazar)
  45. Yunus Bey Medresesi (Draman)
  46. Karcı Süleyman Bey Medresesi
  47. Hâcce Hâtun Medresesi (Üsküdür)
  48. Defterdar Şerifezâde Medresesi (Kâdıçeşmesi)
  49. Kâdı Hakîm Çelebi Medresesi (Küçükkaraman)
  50. Kirmasti Medresesi
  51. Sekban Ali Bey Medresesi (Karagümrük)
  52. Nişancı MehmedBey Medresesi (Altımermer)
  53. Kethüdâ Hüseyin Çelebi Medresesi (SultanSelim)
  54. Gülfem Hâtun Medresesi (Üsküdar)
  55. Hüsrev Kethüdâ Medresesi (Ankara)
  56. Mehmed Ağa Medresesi (Çatalçeşme)

Külliyeler

  1. Haseki Külliyesi
  2. Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi

Dârülkurrâlar

  1. Sultan Süleyman Han Dârülkurrâası (İstanbul)
  2. Vâlide Sultan Dârülkurrâsı (Üsküdar)
  3. Hüsrev Kethüdâ Dârülkurrâsı (İstanbul)
  4. Mehmed Paşa Dârülkurrâsı (Eyüp)
  5. Müftü Sa’di Çelebi Dârülkurrâsı (Küçükkaraman)
  6. Sokullu Mehmed Paşa Dârülkurrâsı (Eyüp)
  7. Kâdızâde Efendi Dârülkurrâsı (Fâtih)

Türbeler

  1. Yahya Efendi Türbesi (Beşiktaş’ta)
  2. Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi (Beşiktaş’ta)
  3. Arap Ahmed Paşa Türbesi (Fındıklı)
  4. Sultan Süleymân Türbesi (Süleymaniye)
  5. Şehzâde Sultan Mehmed Türbesi (Şehzâdebaşı)
  6. Sultan Selim Türbesi (Ayasofya civârı)
  7. Hüsrev Paşa Türbesi (Yenibahçe)
  8. Şehzâdeler Türbesi (Ayasofya)
  9. Vezir-i âzam Rüstem Paşa Türbesi (Şehzâde Türbesi yakını)
  10. Ahmed Paşa Türbesi (Eyüp)
  11. Mehmed Paşa Türbesi (Topkapı)
  12. Çocukları için inşâ ettiği türbe
  13. Siyavuş Paşa Türbesi (Eyüp)
  14. Siyavuş Paşanın çocukları için yapılan türbe (Eyüp)
  15. Zâl Mahmûd Paşa Türbesi (Eyüp)
  16. Şemsi Ahmed Paşa Türbesi (Üsküdar)
  17. Kılıç Ali Paşa Türbesi (Tophâne)
  18. Pertev Paşa Türbesi (Eyüp)
  19. Şâh-ı Hûban Türbesi (Üsküdar)
  20. Haseki Hürrem Sultan Türbesi (Süleymaniye)

İmâretler

  1. Sultan Süleymân İmâreti (Süleymaniye)
  2. Haseki Sultan İmâreti (Mekke)
  3. Haseki Sultan İmâreti (Medîne)
  4. Mustafa Paşa Köprüsü başında bir imâret (Edirne)
  5. Sultan Selim İmâreti (Karapınar)
  6. Sultan Süleymân İmâreti (Şam)
  7. Şehzâde Sultan Mehmed İmâreti (İstanbul)
  8. Sultan Süleymân İmâreti (Çorlu)
  9. Vâlide Sultan İmâreti (Üsküdar)
  10. Mihrimah Sultan İmâreti (Üsküdar)
  11. Sultan Murâd İmâreti (Manisa)
  12. Rüstem Paşa İmâreti (Rodoscuk’ta)
  13. Rüstem Paşa İmâreti (Sapanca)
  14. Mehmed Paşa İmâreti (Burgaz)
  15. Mehmed Paşa İmâreti (Hafsa)
  16. Mustafa Paşa İmâreti (Gebze)
  17. Mehmed Paşa İmâreti (Bosna)

Dârüşşifâlar

  1. SultanSüleymân Dârüşşifâsı (Süleymaniye)
  2. Haseki Sultan Dârüşşifâsı (Haseki)
  3. Vâlide Sultan Dârüşşifâsı (Üsküdar)

Su Yolları Kemerleri

  1. Bend Kemeri (Kağıthâne)
  2. Uzun Kemer (Kemerburgaz)
  3. Mağlova Kemeri(Kemerburgaz)
  4. Gözlüce Kemer (Cebeciköy)
  5. Müderris köyü yakınındaki kemer (Kemerburgaz)
  6. Kırık Kemer

Köprüler

  1. Büyük çekmece Köprüsü,
  2. Silivri Köprüsü,
  3. Mustafa Paşa Köprüsü (Meriç)
  4. Sokullu Mehmed Paşa Köprüsü (Tekirdağ)
  5. Odabaşı Köprüsü (Halkalıpınar)
  6. Kapıağası Köprüsü (Harâmidere)
  7. Mehmed Paşa Köprüsü (Sinanlı)
  8. Vezir-i âzam Mehmed Paşa (Mostar) Köprüsü (Bosna, Vişigrad kasabası)
  9. Drina Köprüsü
  10. Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü

Kervansaraylar

  1. Kervansaray (Sultan Süleymân İmâreti yakını)
  2. Kervansaray (Büyükçekmece)
  3. Rüstem Paşa Kervansarayı (Rodosçuk’ta)
  4. Kebeciler Kervansarayı (Bitpazarı)
  5. Rüstem Paşa Kervansarayı (Galata)
  6. Ali Paşa Kervansarayı (Bursa)
  7. Ali Paşa Kervansarayı (Bitpazarı)
  8. Pertev Paşa Kervansarayı (Vefâ)
  9. Mustafa Paşa Kervansarayı (Ilgın)
  10. Rüstem Paşa Kervansarayı (Sapanca)
  11. Rüstem Paşa Kervansarayı (Samanlı)
  12. Rüstem Paşa Kervansarayı (Karışdıran)
  13. Rüstem Paşa Kervansarayı (Akbıyık’ta)
  14. Rüstem Paşa Kervansarayı (Karaman Ereğlisi)
  15. Hüsrev Kethüdâ Kervansarayı (İpsala)
  16. Mehmed Paşa Kervansarayı (Hafsa)
  17. Mehmed Paşa Kervansarayı (Burgaz)
  18. Rüstem Paşa Kervansarayı (Edirne)
  19. Ali Paşa Çarşısı ve Kervansarayı (Edirne)
  20. İbrâhim Paşa Kervansarayı (İstanbul)

Saraylar

  1. Saray-ı atîk tâmiri (Beyazıt’ta)
  2. Saray-ı cedîd-i hümâyûn tâmiri (Topkapı)
  3. Üsküdar Sarayının tâmiri (Üsküdar)
  4. Galatasarayın eski yerine yeniden inşâsı (Galatasaray)
  5. Atmeydanı Sarayının yeniden inşâsı (Atmeydanı)
  6. İbrâhim Paşa Sarayı (Atmeydanı)
  7. Yenikapı Sarayının yeniden inşâsı (Silivrikapı)
  8. Kandilli Sarayının yeniden inşâsı (Kandilli)
  9. Fenerbahçe Sarayının yeniden inşâsı (Fenerbahçe)
  10. İskender Çelebi Bahçesi Sarayının yeniden inşâsı (İstanbul şehir dışı)
  11. Halkalı Pınar Sarayının yeniden inşâsı (Halkalı)
  12. Rüstem Paşa Sarayı (Kadırga)
  13. Mehmed Paşa Sarayı (Kadırga)
  14. Mehmed Paşa Sarayı (Ayasofya yakını)
  15. Mehmed Paşa Sarayı (Üsküdar)
  16. Rüstem Paşa Sarayı (Üsküdür)
  17. Siyavuş Paşa Sarayı (İstanbul)
  18. Siyavuş Paşa Sarayı (Üsküdar)
  19. Siyavuş Paşa Sarayı (yine Üsküdar)
  20. Ali Paşa Sarayı (İstanbul)
  21. Ahmed Paşa Sarayı (Atmeydanı)
  22. Ferhad Paşa Sarayı (Bâyezîd civârı)
  23. Pertev Paşa Sarayı (Vefâ Meydanı)
  24. Sinân Paşa Sarayı (Atmeydanı)
  25. Sofu Mehmed Paşa Sarayı (Hoca Paşa)
  26. Mahmûd Ağa Sarayı (Yenibahçe)
  27. Mehmed Paşa Sarayı (Halkalı yakınında Yergöğ)
  28. Şâh-ı Hûbân Kadın Sarayı (Kasım Paşa Çeşmesi yakını)
  29. Pertev Paşa Sarayı (şehrin dışı)
  30. Ahmed Paşa Sarayı (şehrin dışı)
  31. Ahmed Paşa Sarayı (Taşra Çiftlik)
  32. Ahmed Paşa Sarayı (Eyüp)
  33. Ali Paşa Sarayı (Eyüp)
  34. Mehmed Paşa Sarayı (şehrin dışında, Rüstem Çelebi Çiftliği)
  35. Mehmed Paşa Sarayı (Bosna)
  36. Rüstem Paşa Sarayı (İskender Çelebi Çiftliği)

Mahzenler

  1. Buğday mahzeni (Galata Köşesi)
  2. Zift Mahzeni (Tersâne-i Âmirede)
  3. Ambar (sarayda)
  4. Ambar (Has Bahçe Yalısı)
  5. Mutfak ve kiler (sarayda)
  6. Mahzen (Unkapanı)
  7. İki adet ambar (Cebehâne yakını)
  8. Kurşunlu Mahzen (Tophâne)

Hamamlar

  1. Sultan Süleymân Hamamı (İstanbul)
  2. Sultan Süleymân Hamamı (Kefe)
  3. Üç Kapılı Hamam (Topkapı Sarayı)
  4. Üç Kapılı Hamam (Üsküdar Sarayı)
  5. Haseki Sultan Hamamı (Ayasofya yakını)
  6. Haseki Sultan Hamamı (Bahçekapı)
  7. Haseki Sultan Hamamı (Yahudiler içi)
  8. Vâlide Sultan Hamamı (Üsküdar)
  9. Vâlide Sultan Hamamı (Karapınar)
  10. Vâlide Sultan Hamamı (Cibâli Kapısı)
  11. Mihrimah Sultan Hamamı (Edirnekapı)
  12. Lütfi Paşa Hamamı (Yenibahçe)
  13. Mehmed Paşa Hamamı (Galata)
  14. Mehmed Paşa Hamamı (Edirne)
  15. Kocamustafa Paşa Hamamı (Yenibahçe)
  16. İbrâhim Paşa Hamamı (Silivrikapı)
  17. Kapıağası Yâkub Ağa Hamamı (Sulumanastır)
  18. Sinân Paşa Hamamı (Beşiktaş’ta)
  19. Molla Çelebi Hamamı (Fındıklı)
  20. Kaptan Ali Paşa Hamamı (Tophâne)
  21. Kaptan Ali Paşa Hamamı (Fenerkapı)
  22. Müfti Ebüssü’ûd Efendi Hamamı (Mâcuncu Çarşısı)
  23. Mîrmirân Kasım Paşa Hamamı (Hafsa)
  24. Merkez Efendi Hamamı (Yenikapı dışı)
  25. Nişancı Paşa Hamamı (Eyüp)
  26. Hüsrev Kethüdâ Hamamı (Ortaköy)
  27. Hüsrev Kethüdâ Hamamı (İzmit)
  28. Hamam (Çatalca)
  29. Rüstem Paşa Hamamı (Sapanca)
  30. Hüseyin Bey Hamamı (Kayseri)
  31. Sarı Kürz Hamamı (İstanbul)
  32. Hayreddin Paşa Hamamı (Zeyrek)
  33. Hayreddin Paşa Hamamı (Karagümrük)
  34. Yâkub Ağa Hamamı (Tophâne)
  35. Haydar Paşa Hamamı (Zeyrek)
  36. İskender Paşa Hamamı
  37. Odabaşı Behruzağa Hamamı (Şehremini)
  38. Kethüdâ Kadın Hamamı (Akbaba)
  39. Beykoz Hamamı
  40. Emir Buhârî Hamamı (Edirnekapı dışı)
  41. Hamam (Eyüp)
  42. Dere Hamamı (Eyüp)
  43. Sâlih Paşazâde Hamamı (Yeniköy)
  44. Sultan Süleymân Hamamı (Mekke)
  45. Hayreddin Paşa Hamamı (Tophâne)
  46. Hayreddin Paşa Hamamı (Kemeraltı)
  47. Rüstem Paşa Hamamı (Cibâli)
  48. Vâlide Sultan Hamamı (Üsküdar)

Mimar Sinan

Hazret-i Muhâmmed’in Kişilik Özellikleri

Hazret-i Muhâmmed, uzuna yakın orta boylu, pembemsi nuranî beyaz tenli olup iri yapılı idi. Ama şişman değildi ve göbeği göğüs hizasından taşmazdı. Uyumlu ve dengeli bir vücuda sahip olan Hazret-i Muhâmmed’in başı irice olup O’na ayn bir güzellik ve heybet veriyordu. Saçları kumral olup düz ile kıvırcık arasındaydı ve kulak yumuşağına kadar uzanırdı. Saçını çoğu zaman tam ortasından ayırarak iki yana doğru tarardı. Muntazam ve gür bir sakalı vardı. Saç ve sakallarındaki beyaz tel sayısı vefat anlarında yirmiyi bulmuyordu. Saç ve sakal bakımını asla ihmal etmez, yanında devamlı tarak bulundururdu. Kaşlarının arası hafif aralıklı, gözleri siyah, burnunun üst tarafı gayet itidal üzere yüksekçe, dişleri muntazam ve tertemizdi. Devamlı misvak kullanırdı. Omuzlarının arası genişçe, omuz başları kalın, el ve ayakları enlice idi. İki kürek kemiği arasında, keklik ya da güvercin yumurtası büyüklüğünde tüylerle kaplı kırmızımtırak bir ben vardı; ki, bu ben, peygamberlik mührü idi. Yürürken adımlarını düzgünce kaldırarak atar, sanki yokuştan iniyormuşçasına önüne hafifçe eğilerek hızlıca yürürdü. Peygamber Efendimiz, bedeninin, giyeceklerinin, yiyeceklerinin ve çevresinin temizliğine büyük bir önem ve itina gösterirdi.

Hazret-i Muhâmmed’in Şahsiyeti ve Ahlakı

Peygamber Efendimiz, bedenen olduğu kadar ahlak ve şahsiyeti itibariyle de insanların en mükemmelidir. Bu hususta yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Şüphesiz ki sen, büyük bir ahlak üzeresin” (el-Ka-lem, 68/4). Bizzat Hazret-i Muhâmmed; “Ben, ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurmuştur (Muvatta’, Husnü’1-Hulk,  . Biliyoruz ki, Peygamber Efendimiz çocukluğundan beri Cenab-ı Hakk’ın kontrol ve murakabesi altında idi. Bu sebeple O; “Beni Rabbim terbiye etti ve güzel terbiye etti” buyurmuş (Süyüti, el-Ca-miu’s-Sağîr 1/14); hayatı boyunca gayri İslamî ve gayri insanî hiç bir söz, davranış ve fiil ondan sadır olmamıştır. Peygamberliğinden önce de doğru sözlülüğü, dürüstlüğü, ahde vefası, yardımseverliği ve her türlü güzel ahlakı ile takdirler kazanan ve KureyşIiler tarafından “el-Emîn=güvenilir kişi” ünvanına layık görülen Hazret-i Muhâmmed, peygamberliğinden sonra da Rabbinin Kur’an’la mü’minlere ve bütün insanlara emrettiği tüm ahlakî değerlere sımsıkı sarılmış ve bunları büyük bir titizlikle harfiyyen yerine getirmiştir. Bu bakımdan mü’minlerin annesi Hz. Aişe’ye Ashab-ı kiram’dan birisi Hazret-i Muhâmmed’in ahlakını sorduğu zaman, Hz. Aişe; “O’nun ahlakı Kur’an idi” diye cevap vermişti (Müslim, Müsafirîn 136).

Peygamber Efendimiz, Allah’ın Rasulü ve İslam devleti’nin başkanı olarak yönetimi elinde bulundurmasına rağmen, son derece mütevazî ve samimi idi. Daima sade bir hayatı tercih ederdi. Giyinişi, ev düzeni, yiyecekleri, tüm yaşayışı sade idi. Zengin-fakir, küçük-büyük herkesle ilgilenir; hakka uygun olmak kaydıyla kendisine yapılan hiç bir müracaatı boş çevirmez, meşru istekleri mutlaka yerine getirirdi. Son derece cömert ve iyilikseverdi. Hiç kimseye kötülük yapmaz, kimsenin kötülüğünü istemez, kimse hakkında kötü söz söylemez, kimsenin gönlünü kırmaz, şahsiyetini rencide etmez, kimseyi hor ve hakir görmezdi. Şayet kızar ve öfkelenirse; bu, şahsı açısından olmayıp Allah içindi. Sevdiği, beğendiği, razı olduğu şeyleri de Allah rızası için severdi. Cesaret ve şecaat, sabır, azim ve ümit, müsamaha ve iltifat, şefkat ve merhamet, O’nun belirgin ahlakî özellikleri idi. Peygamberlerin temel vasıflarından birisi olarak parlak bir zekaya, keskin bir kavrama gücüne, eşsiz bir muhakeme kudretine, süratli bir intikal kabiliyetine sahipti. En tehlikeli ve kritik anlarda dahi çaresizliğe düşmez, yapılabilecek en uygun davranışı uygular ve Cenab-ı Hakk’a tevekkül ederdi.

İdareci Olarak Hazret-i Muhâmmed

Kur’an-ı Kerîm’in ihtiva ettiği ayetler ve İslamiyet’in mahiyeti, insanların birbirleri ile olan münasebetlerini ve dünya hayatının da tanzimini gerekli kıldığından; Hazret-i Muhâmmed, teşekkül ettirdiği İslam cemiyetini yönetecek esasları koyarak bizzat tatbik etmiş ve Medine’ye hicretten itibaren varlık kazanan İslam devleti’nin ilk başkanı olmuştu. Hazret-i Muhâmmed’de mevcut yüksek idarecilik kabiliyet ve özellikleri o andan itibaren daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Tabilerini kendisine kayıtsız şartsız bağlama imkanına rağmen, Peygamber Efendimiz devlet yönetiminde cahiliye döneminin aksine, tebeası üzerinde tahakküm kurma cihetine gitmemiş; bu bakımdan, yönetimde ve yönetim anlayışında bir inkılap gerçekleştirmiştir. Cahiliye döneminde Araplar kendilerini temsil ve idare eden kabile reisine kayıtsız şartsız bağlanarak haklıhaksız her hususta ona itaata mecbur tutulur ve reisin emir, fiil ve davranışlarına itiraz hakkına sahip bulunmazlardı. Peygamber Efendimiz ise devlet yönetiminin temel esası olarak istişareyi kabul etmiş, Cenab-ı Hak’tan emir almadığı her hususta mutlaka ashabıyla istişare ederek durumu onların müzakeresine açmıştır.

Adalet ve hakkaniyet ölçülerine uyma, O’nun kaçınılmaz prensiplerinden idi. Adalet önünde soy, mevki, makam, mal, mülk gibi farklılıklar gözetmez; hakkın yerini bulmasına gayret gösterirdi. Kendisine, hırsızlık yapmış eşraftan Fatıma adlı bir kadın getirilmiş ve bazıları aracılık yaparak cezayı hafifletmek istemişlerdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz öfkelendi ve “Hırsızlık yaparak getirilen, kızım Fatıma dahi olsa elini keserdim” buyurdu (Buharî, Hudüd 12; Müslim, Hudüd 8, 9). Devlet idaresi için çeşitli kademelerde görevli tayininde ehliyet ve liyakat esasına riayet eder; layık olan kişileri yaşları küçük olsa da, soylu ailelerden olmasalar bile görevlendirirdi. Hak olan hususlarda kendisine ve görevlilerine itaat edilmesini ister; ancak hakka ve hakikata uymayan konularda tebeanın itaat mükellefiyetinde olmadıklarını belirtirdi. Böylece hak sınırları içerisinde emîre itaati gerekli görmekle birlikte, halkı kendi hizmetine mecbur kişiler olarak görmez, kendini onların üstünde saymazdı; bilakis onların içinden, aralarından biri idi.

Hazret-i Muhâmmed‘in devlet yönetimi, İslamî esasların bizzat kendisi ve tümü idi. Pek çok Kur’an ayetinde ifade edildiği üzere (el-En’am, 6/57, 62; Yusuf 12/40, 67; el-Kasas, 28/70, 88), İslam idare sisteminde hakimiyet, hükümranlık, hüküm ve tam idare Allah’a ait idi. Kanun koyma yetkisi de, bu bakımdan öncelikle Allah’ın vahiylerini ihtiva eden Kitab’a, yani Kur’an-ı Kerim’e mahsus bulunuyordu. Bizzat Hazret-i Muhâmmed ise ikinci sırada kanun koyucu durumundaydı. Dinî meselelerde Hazret-i Muhâmmed’in getirdiği hükümler ya Cebrail vasıtasıyla Cenab-ı Hak’tan aldığı, ama Kur’an’da yer almayan emirlere (vahy-i gayr-i metlüvv), dayanıyordu ya da bizzat kendi kararları idi. Ama bizzat kendisine ait bu kararlarda Hazret-i Muhâmmed’in bir yanılgısı söz konusu ise derhal Cenab-ı Hak tarafından ikaz ve tashih ediliyordu.

Devlet Başkanı Olarak Hazret-i Muhâmmed

Toplumda Müslümanlar arasında veya İslam devleti’nin tebeası durumunda bulunan gayr-i müslimler arasında çıkan anlaşmazlıkları, dava konusu olan problemleri de çözümlüyordu. Bu gibi durumlarda davacıyı olduğu kadar davalıyı da dinliyor; yerine göre şahitlerin bilgisine başvuruyor, getirilen delilleri değerlendiriyor ve meseleyi fazla uzatmadan, sürüncemede bırakmadan, çoğu zaman hemen o anda, değilse en kısa zamanda çözüme bağlıyordu. Taraflara hakkaniyet mefhumunun aşılanmasına büyük hassasiyet gösteriyor; kendisinin bir beşer olarak yapılan konuşmalara, getirilen delil ve gösterilen şahitlere göre hüküm vereceğini, gaybı bilemeyeceğini, bu durumda aslında haklı olmadığı halde kendisine bir hak verilmiş olanın gerçekte Cehennem ateşini almaktan başka bir kârı olmadığını belirtiyordu. Davaların halini bazan ashabının ileri gelenlerine havale ettiği de olurdu. Eyaletlere tayin edilen valiler Hazret-i Muhâmmed adına idareyi yürütüyor ve adliyeye taalluk eden meselelere bakıyorlardı.

Eğitimci Olarak Hazret-i Muhâmmed

Hazret-i Muhâmmed‘in temel görevinin dinî ve dünyevî tüm meselelerde insanları eğitmek olduğu söylenebilir. Bu bakımdan bizzat kendisi; “Ben ancak bir muallim olarak gönderildim” buyurmuştur (ibn Mace, Mukaddime 17). Hazret-i Muhâmmedin eğitimi, insanlara her yönde faydalı bilgilerin kazandırılması ve kazanılan bilgilerin kişilerin hayatına yansıyarak faydalı hale gelmesi esasına dayanıyordu. O, bir taraftan Cenab-ı Hakk’ın emrine uyarak; “Rabbim, benim ilmimi artır!” (Taha, 20/114) diye bilgisinin artırılması için Allah’a yalvarır ve bu uğurda çaba sarfederken, diğer taraftan; “Allahım, bana öğrettiğinle faydalanmayı nasîbet!” (İbn Mace, Mukaddime 23) diye yakarıyor; “Faydasız ilimden Allah’a sığınırım” (Müslim, Zikr 73) diyerek de bilgiden maksadın faydalanmak ve faydalı olmak olduğunu belirtiyordu.

Bu ölçüler içerisinde Peygamber Etendimiz ashabını Medine’ye hicretten önce Mekke döneminde Daru’l Er-kam’da, Hicretten sonra da Mescidü’n-Nebîde ve Suffa’da yoğun bir şekilde eğitim ve öğretime tabi tutmuştu. Tabiatıyla eğitim, bütün bir hayatı ilgilendirdiğinden; Hazret-i Muhâmmed evlerde, çarşıda, pazarda, yolda, bir sefer sırasında, harp halinde iken vesair durumlarda gerekli olan her yerde, her fırsat ve vesile ile eğitim görevini yerine getiriyordu. Eğittiği kişilerin şahsî ihtiyaçları, ferdî farklılıkları, kabiliyet ve kapasiteleri Hazret-i Muhâmmed tarafından göz önünde tutuluyordu. Peygamber Efendimiz, kendisi haricinde eğitim ve öğretim için görevliler de tayin etmişti.

Okuma-yazma, basit matematik, Kur’an tilaveti, temel dinî bilgiler, hayatta uygulanacak pratik malumat bu şekilde öğretmenler tarafından veriliyordu. O sıralarda Arap Yarımadası’nda okuma-yazma seviyesi son derece düşük olduğundan, yeterli Müslüman öğretmenin bulunmadığı ilk yıllarda Hazret-i Muhâmmed, gayr-i müslim öğretmenlerden istifade etmekte bir beis görmemişti. Mesela Bedir gazvesinde müşriklerden elde edilen esirler arasında okuma-yazma bilenlerin, hürriyetlerine kavuşabilmeleri için, on Müslümana okuma-yazma öğretmeleri şart koşulmuştu. İlk yıllarda Müslüman çocukları okuma-yazma öğrenmek üzere Medine Yahudilerine ait okullara gönderilmişti. Peygamber Efendimiz kadınların eğitim ve öğretimi ile de meşgul oluyordu. Haftanın sadece kadınlara ayırdığı bir gününde onlara konuşmalar yapıp ders veriyor, sorularını cevaplandırarak problemleri ile ilgileniyordu. Ayrıca Hz. Aişe başta olmak üzere Rasülüllah’ın zevceleri ve Ashabın alim hanımları öğretim faaliyetlerinde Hazret-i Muhâmmed’e yardımcı oluyorlardı. Bu bakımdan Peygamber Efendimiz henüz o sırada okuma-yazma bilmeyen zevcesi Hz. Hafsa’ya okuma-yazma öğretmek üzere bir görevli tayin etmişti.

Komutan Olarak Hazret-i Muhâmmed

Kureyş müşrikleri başta olmak üzere İslam düşmanlarının faaliyetleri ve İslam’ın varlığına müsaade ve müsamaha göstermeyen tavırları, İslam’ın yeterli bir güç ve otoriteye kavuştuğu Medine’ye hicretten itibaren düşmana karşılık vermeyi gerekli kılmış ve bunun bir sonucu olmak üzere, Hazret-i Muhâmmed’in hayatında savaşlar, kaçınılmaz olarak zaman zaman ortaya çıkıp hayatının sonuna kadar devam etmişti. Bu sebeple tertiplenen askerî seferler göstermiştir ki; Hazret-i Muhâmmed fevkalade yüksek bir komuta güç ve dirayetine, eşsiz bir askerî kabiliyete sahip idi. Savaş usûl ve taktikleri, hücum, savunma ve manevra şekilleri konusunda mükemmel bilgileri, savaş araç ve gereçleri hususunda yeni gelişmeleri takip ederek başarı ile uygulama hassasiyeti vardı. Son derece cesaretli ve şecaatli olduğundan Uhud ve Huneyn gazvelerinde olduğu gibi savaşın en hararetli ve kritik anlarında şiddetli düşman hücumları karşısında Ashabın tereddüte düştüğü, bazılarının dağıldığı sıralarda bile sebat gösterir, en tehlikeli anlarda Ashabı O’nun yanına sığınarak kendilerini korurlardı. Son ana kadar savaşın kesin sonucu bilinemeyeceğinden, düşmanın muzaffer göründüğü durumlarda bile metanetini kaybetmez ve akl-ı selîm ile düşünerek dağılan kuvvetlerini toplayıp karşı taarruzu gerçekleştirerek üstünlük sağlardı.

İstihbaratın askerlikteki önemini gayet iyi bildiğinden cihad öncesinde, savaş sırasında ve sonrasında düşman faaliyetleri konusunda bilgiler toplamaya özen gösterir, küffar arasında devamlı istihbarat elemanları bulundururdu. Zaman zaman bu maksatla ve çevre emniyetini sağlamak üzere keşif kolları da çıkarmıştır. Sefer sırasında, özellikle mola verildiği anlarda ani bir düşman baskınından emin olabilmek üzere nöbetçiler çıkarır. Müslümanların birbirleriyle anlaşmalarını sağlamak ve morallerini takviye etmek üzere savaş sırasında kullanılacak ve İslami unsurlar içeren parolalar belirlerdi. Ayrıca Hazret-i Muhâmmed’in her gazvesinde ve çıkardığı her seriyesinde sancak ve bayraklar kullanılmıştır. O’nun yaptığı savaşlarda düşmanı tesirsiz hale getirecek baskın ve pusulara yer verildiği gibi, gerektiğinde düşman kuvvetlerin arasını açacak bir takım hilelere de başvurulabiliyordu.

Özellikle soğuk harple düşmanı yıpratma, psikolojik baskı altına alarak moral olarak mağlup etme ve böylece direnme gücünü kırma usulü Hazret-i Muhâmmed tarafından uygulanmıştır. Böylelikle mümkün olan en az ölçüde kan dökülerek düşman etkisiz hale getirilmiş oluyordu. Esasen Hazret-i Muhâmmed kan dökmekten asla hoşlanmazdı. Başlangıçta savaşın çıkmaması için üzerine düşen tüm çabayı sarfediyor, sulh yollarını deneyip bu hususta düşman tarafa mutlaka teklifte bulunuyordu. Bu bakımdan Hazret-i Muhâmmed nazarında sulh asıl olup; harp, geçici idi. Yalnız Hazret-i Muhâmmed’in sulh anlayışı, çevrede hakim batıl güçlerin, idaresi altında bulunan halk üzerinde baskı kurarak, sultalarını sürdürüp zulüm ve haksızlık icra etmelerine seyirci kalmayı; insanların inanç ve düşünceleri sebebiyle takip altında tutulup baskıya, eziyet ve işkencelere maruz bırakılmalarına göz yummayı gerekli kılmıyordu. Hazret-i Muhâmmed’in sulh anlayışına göre; insanlar inançlarını belirlemede tamamıyla serbest tutulmalı, hür iradeleri ile diledikleri iman çizgisini hiç bir baskı söz konuşu olmaksızın bizzat kendileri belirlemeli idiler. Elbette insanlara hak ve hidayet yolunu gösterecek İslam tebliğcileri de bu sulh vasatında hak ve hakikatin apaçık delillerini insanlara anlatarak, onları gerçeklere eriştirme görevini yerine getirecekler, ama hiç kimseyi İslam’a girme konusunda zorlamayacaklardı.

Ne var ki hakkın varlığını hazmedemeyen batıl gücün temsilcileri İslam’ın bu şekilde sulh içinde tebliğine engel olduklarından ve inananları baskılar altında tutarak onlara hayat hakkı tanımadıklarından, Hazret-i Muhâmmed açısından harp kaçınılmaz oldu. Bu durumunda bile Hazret-i Muhâmmed kan dökülmesini istemiyor, bu konuda gerekli tedbirleri alıp lüzumlu emir ve talimatlarını veriyordu. Mesela düşmanla karşı karşıya gelinip harp vaziyeti alındığı bir sırada dahi harp başlamadan önce düşman kuvvetlerini İslam’ı kabul etmeye mutlaka çağırır, bu teklif reddedilince sulha davet edip andlaşma yapma yolunu deneyerek savaşa sebebiyet vermemek ister; yaptığı barış ve itaat önerileri kabul edilmeyince savaşa artık düşman taraf sebep olduğu için çaresiz karşılık verirdi.

Ayrıca düşman saldırmadan, saldırıya geçmeme; harp sırasında harbe katılmayıp geride kalan kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara, din adamlarına dokunmama; savaş anında düşmanın hayati organlarını değil, el, ayak, bilek, dirsek, diz gibi mafsallarına hamlede bulunarak onları öldürmeksizin hareket kabiliyetinden mahrum edip etkisiz hale getirme; esir olup eman dileyene eman verme; cahiliye döneminde olduğu gibi düşman ölülerinin gözünü oyup kulağını burnunu kesip parmaklarını doğrayıp karnını yararak intikam duygularını tatmin etme yoluna gitmeme; yine cahiliye devrinde sırf intikam olsun ve kalan düşmanlara sıkıntı versin diye maktul düşen düşman ölülerini kızgın arazide kokuşup yırtıcı hayvanlara yem olarak bırakma şeklinde icra edilen gayr-i insanî uygulamanın terkedilerek düşman ölülerinin de defnedilmesi gibi emirleri, O’nun komutasında cereyan eden muharebelerde ve çıkardığı seriyyelerde verdiği talimat arasında yer almaktadır.

Aile Reisi Olarak Hazret-i Muhâmmed

Hazret-i Muhâmmed, henüz gençlik yıllarında yirmi beş yaşında iken Mekke’de Hz. Hatice ile evlenerek bir aile yuvası kurmuştu. O sıralarda birden çok kadınla evlenmek, Araplar arasında son derece yaygın bir adet olmakla beraber Peygamber Efendimiz, Hz. Hatice vefat edinceye kadar başka bir kadınla evlenmemişti. Hz. Hatice vefat ettiği zaman Peygamber Efendimiz elli yaşında idi. Daha sonraki yıllarda özel bir takım sebep ve hikmetlerle Hazret-i Muhâmmed birden çok kadınla evlendi. Bu evliliğin sebeplerini, İslam düşmanlannın yaptığı gibi nefsanî ve şehevanî arzulara bağlamak asla doğru değildir. Çünkü Hazret-i Muhâmmed’in çok evliliği iddia edildiği gibi böyle bir sebebe bağlı olsaydı, bu evliliklerin Hazret-i Muhâmmed’in söz konusu arzuyu daha ziyade duyacağı gençlik yıllarında ve ilk evliliğini hemen takip eden seneler içerisinde cereyan etmesi gerekirdi. Halbuki Hazret-i Muhâmmed, tam yirmi beş yıl sadece Hz. Hatice ile evli kalmış, onun vefatından sonra kendisi elli yaşını geçmiş olduğu halde şartlar gerekli kıldığı için yeni evlilikler yapmıştı.

Bazen evlilik dolayısıyla temas kurulan ve yakınlık sağlanan yeni kitlelere İslam’ın iletilebilmesi düşüncesi, bazan evleneceği zeki, kabiliyetli ve bilgili eşi vasıtasıyla kadınları İslami esaslara göre daha rahat eğitebilme arzusu, bazan savaş dolayısıyla ortaya çıkan şiddetli düşmanlık ve kini onlar arasından evlilik yaparak bertaraf edip muhatap kitlelerini celbetme lüzumu, bazan İslam hukukunun getirdiği yeni bir hükmü bizzat Hazret-i Muhâmmed’in tatbik ederek topluma örnek olma zorunluluğu gibi dinî, siyasî, hukukî, sosyal bir çok sebep ve hikmet Hazret-i Muhâmmed’in çok evlenmesini gerekli kılmıştı. Peygamber Efendimizin zevcelerinin toplam sayısı on bir olup şunlardı:

Hatice bint Huveylid, Sevde bint Zem’a, Âişe bint Ebûbekir, Hafsa bint Ömer, Zeyneb bint Huzeyme, Ümmü Seleme bint Ebû Ümeyye, Zeyneb bint Cahş, Cüveyriye bint elHaris, Ümmü Habîbe bint Ebu Süfyan, Safiyye bint Huyey ve Meynûne bint el-Haris. Reyhâne ve Mâriye ise cariyeleri idi.

Hazret-i Muhâmmed’in zevcelerinden Hz. Hatice, Mekke’de peygamberliğin onuncu yılında, Zeyneb bint Huzeyme ise Medine’de Hicretin dördüncü yılında vefat etmişti. Bu sebeple Peygamber Efendimizin bir arada dokuz eşi bulunmuş ve bu sayıya da vefatına yakın bir zamana varıncaya kadar uzun bir sürede evlilik zarureti çıktıkça aralıklarla ulaşılmıştır.

Hazret-i Muhâmmed‘in bu zevcelerinden Hz. Aişe dışındakilerin tamamı Rasülullah ile evlendikleri sırada dul idiler ve pek çoğunun eski eşlerinden çocukları vardı; üstelik çoğu yaşlı da idi. Bu durum da, Hazret-i Muhâmmed’in evliliğini gerekli kılan özel bir takım sebep ve hikmetlerin mevcut olduğunun delilidir. Hazret-i Muhâmmed’in hanımlarının Mescid’e bitişik olarak inşa edilmiş birer odaları vardı. Peygamber Efendimiz her gün sıra île bir eşinin yanında kalırdı. Hepsine karşı güler yüzlü davranır, ilgi gösterir, ev işlerinde onlara yardım eder, söküklerini kendisi dikiverir, aralarında adaletle muamelede bulunur, hiç birine diğerinden ayrı davranmazdı. Zaman zaman onlarla şakalaşır, gönüllerini alırdı.

Hayatı boyunca Hazret-i Muhâmmed’den hanımlarına karşı kötü bir söz veya davranış sadır olmamıştır. Peygamber Efendimiz, hizmetinde bulunan görevlilere, karşı da asla sert ve haşin davranmaz; kendi yediklerinden onlara da yedirir, giydiklerinden onlara da giydirirdi. Küçük birer odadan ibaret olan hane-i saadetleri son derece sade, ama temiz idi. Bazen bir hasır, bazan yünden dokunmuş bir ihram, bazan da içi hurma lifleri ile doldurulmuş deri kaplı bir yatak Hazret-i Muhâmmed’in oda döşemesini ve yatağını oluşturuyordu.

Her konuda olduğu gibi bu hususta da lüks ve israftan kaçınarak sadeliği tercih eden Hazret-i Muhâmmed, bazı zevcelerinde görülen daha iyi imkanlarla daha müreffeh bir yaşayış arzu ve isteği üzerine Kur’an’da da temas edildiği üzere “Şayet dünya hayatını ve süslerini istiyorlarsa bağışta bulunarak kendilerini güzellikle salıvereceğini, ama şayet Allah’ı, peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorlarsa Allah’ın iyi davrananlar için büyük bir mükafaat hazırladığını” (el-Ahzab, 33/28-29) belirterek tavrını açıkça ortaya koymuştu. Tabiî ki Hazret-i Muhâmmed’in zevceleri bu ikaz üzerine beşer olma sıfatıyla bir an için içlerinden geçen daha rahat yaşama arzu ve isteğini terkedip Hazret-i Muhâmmed’in yanında kalmayı ve O’nun sade yaşayışına ortak olmayı dünya lüksüne tercih ettiler.

Peygamber Efendimiz, aile hayatında, özel yaşayışında ahlakında, dini tebliğinde, devlet idaresi ve askerî komutasında, eğitim ve öğretiminde, kısacası tüm sözleri, hareketleri ve davranışlarında bütün Müslümanlar için güzel bir örnek idi. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: “Andolsun ki Rasûllah’ta sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır” (el-Ahzab, 33/21).

Allah’ın salat ve selamı O’nun üzerine olsun.