Etiket: gümüş

Mantarlar

Mantarlar (Fungi), çok hücreli ve tek hücreli olabilen ökaryotik canlıları kapsayan bir canlılar alemi ve şapkalı mantarların tümüne halk arasında verilen genel addır. Halk arasında Küf mantarı, Pas mantarı, Rastık mantarı, Maya mantarı, Mildiyö mantarı, Şapkalı mantarlar, kav mantarı, Puf mantarı gibi çeşitli isimlerle anılan bütün mantarlar, mantarlar (Fungi) alemi içersinde incelenirler. Latince Fungi mantarlar, Fungus ise mantar anlamındadır. Dünyanın heryerinde bulunurlar. Fazla nemli yerlerde daha çokturlar. Yeryüzünde 1,5 milyon kadar mantar türü olduğu düşünülmekte ise de günümüzde sadece 69.000 kadar türü tanımlanmıştır. Çoğu insan, mantarların bitki olduğunu düşünmektedir, ancak mantarlar bitki değildir. Çünkü mantarlar kendi besinlerini üretemezler.

Bulundukları yaşam ortamındaki diğer canlılara uygun olarak genetik farklılıklar gösteren mantarların bu özellikleri, hayat zincirinin devamı için çok önemlidir. Meselâ hemen hemen bütün bitkilerin, organik besinlerle beslenen mantar ve kökmantarları ile ortak bir hayatları vardır. Ve zannettiğimiz gibi mantarlar ağaçların suyunu emen basit birer asalak değillerdir.

Mantar

Kök mantarları, çimen çalı ve ağaçların köklerini sarıp içlerine nüfuz eder. Böylece su emme bölgesini yüzlerce kat genişletirler. Böylelikle bitkinin su aramasına katkıda bulunmuş olurlar. Bu aynı zamanda toprağın su tutma kapasitesini de artırır. Üstelik bu yardımlaşma bitkilerdeki hastalıkların da önüne geçer. Mantarların ormanlardaki diğer organizmalarla olan bu ilişkileri, daha yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır. Bugün kesin olarak bildiğimiz şey, mantarların kompleks bir yapı sergilediği ormanların, sağlıklı bir ortama sahip olduğudur. Yani mantarlar, yaşadıkları bölgenin sağlık göstergeleridir.

Araştırmacılara göre bugün, Avrupa’da kökmantarların yaklaşık %50’si kaybolmuştur. Bu veri, ekolojik bir felâketin habercisidir. Çünkü mantarların kaybolması ile çeşitli hastalıklar ormanları tehdit etmeye başlamıştır. Bu durum böceklerden, kuşlara ve memelilere kadar tüm canlı türlerini tehdit etmektedir.

Mantarların azalmasıyla birlikte nem oranı düşmekte, açığa çıkan toprak, rüzgarla dağılmakta ve çölleşme başlamaktadır. Böylece ekosistemin taşıma kapasitesi zayıflamakta ve insan nüfusu dahil tüm baskı unsurları karşısında, çevrenin direnci kırılmaktadır.

Dünyada insanların doğuşuyla birlikte, insanlar tabiatta hazır buldukları yiyeceklerle zorunlu olarak ilgilenmişlerdir. Şüphesiz ki ilk insanların yenen ve zehirliler konusunda bilgileri yoktu. Elde ettikleri bilgileri hayatlarını kaybetmek pahasına öğrenmişlerdir. Bu öğrenme ancak yerleşme yerleri çevresinde, dar bir alanda kalmıştır.

Mantar

İlk yazılı belgeler, M.S. 79 yıllarında yaşamış olan Plinius tarafından kaleme alınmıştır. Yazarın belirttiğine göre; Roma Kralı Neron’un oğlu, annesi, muhafız alayı komutanı ve arkadaşları mantar zehirlenmesinden hayatlarını kaybetmişlerdir. Tarihi bilgilere göre, Buda dininin kurucusu Siddhaerta Gotama, 1534 yılında Papa Klemens VII, 1740 yılında Bavyere Kralı Karl VII, bunlardan başka Fördere Mozarts kendisi, karısı, çocukları ve arkadaşları ile birlikte bilmeyerek yedikleri zehirli mantarlardan hayatlarını kaybetmişlerdir.

Antik çağlardan beri varlığı bilinen mantarlara insanların ilgisi günümüzde de devam etmektedir. Eski Çin, Mısır, Roma ve Yunan uygarlıklarında mantarların gerek besin olarak gerekse ilaç yapımında kullanıldıkları bilinmektedir. Aztek ve Maya’ların günümüze kadar ulaşan eserlerinde mantar figürlerine oldukça sık rastlanmaktadır. Amerikan yerlilerinin zehirli bir tür olan Amanita muscaria Pers dini ayinlerinde keyif verici olarak kullanmaları oldukça şaşırtıcıdır. İngiliz arkeoloji kayıtlarına göre puf mantarları ile kav mantarının yaklaşık 2000 yıl önce kanamaları durdurmak amacı ile kullanıldığı anlaşılmaktadır. Eskiden sadece doğadan toplanıp tüketilen mantarlar, ilk defa 16. yüzyılda Fransa’da kültüre alınmıştır. Daha sonra bu alanda yapılan çalışmalar gelişerek devam etmiş ve günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde önemli bir sanayi kolu haline gelmiştir. Türkiye’de kültür mantarı üretimi ile ilgili ilk çalışmalar 1960′ların ilk yıllarında başlamış, daha sonraki yıllarda mantar tüketim alışkanlığının artmasıyla mantar yetiştiricilerinin sayısı da artmıştır. Bu nedenle gıda ihtiyacının karşılanması ve ekonomik olması sebebiyle kültür mantarı yetiştiriciliği dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızla artmaktadır. Makromantarlar diğer özelliklerinin yanında çok uzun zamandan beri insanlar tarafından kullanılan doğal kaynaklardan biridir. Tarih boyunca birçok hastalığın tedavisinde mantarlardan hazırlanmış ilaçlar kullanılmıştır. Günümüzde makroskobik mantarların birçok konuda tıbbi etkiye sahip oldukları bilinmektedir. Makromantarlar antibiyotik, antibakteriyal, antifungal, antiviral, antiprotozoal etkilerinin yanı sıra bağışıklık sistemi düzenleyici, karaciğer koruyucu, kollesterol önleyici, diyabet önleyici etki gösterirler.

Mantarlar, klorofilsiz, heteretrof, ipliksi yapıda, spor oluşturan, parazit, saprofit ve simbiyoz olarak yaşayan ökaryotik organizmalardır. Doğada geniş yayılım gösteren bu canlılar ekosistemdeki enerji döngülerinin genel düzenleyicisi olarak bulunurlar. Bazı mantarlar otsu ve odunsu bitkilerin su temin etmelerine, ölü organik maddelerin parçalanmasına yardımcı olurken, bazıları bitki ve hayvanlar üzerinde parazit olarak yaşamaları sonucunda önemli ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Bazı türleri ise alglerle ortak bir yaşam içine girerek Liken adı verilen organizmaların yapısına katılırlar. Mantarlar bu özelliklerinin yanında maddelerin biyolojik dönüşümünde, özellikle mineralleşme ve humuslaşmada önemli rol oynarlar. Mantarlar zehirli maddeler üretmeleri yanında, bünyelerinde ağır metal biriktirmeleri ile de önem taşırlar. Bu maddeler bakır, cıva, çinko, gümüş, kadmiyum, kobalt, kurşun, mangan, molibden, nikel, selenyum, sezyum, stronsiyum, talyum, uranyum şeklinde verilebilir. Mantarlar bünyelerinde biriktirdikleri ağır metal nedeniyle kirlilik indikatörü olarak da kullanılırlar.

Mantarların vejetatif yapısı silindirik tüpsü iplikçiklerden meydana gelmiştir. Bu tüpsü iplikçiklerin her birine hif adı verilir. Hifler bir araya gelerek ağ şeklinde bir yapı oluştururlar. Buna miselyum denir. Miselyumlardan mantarın esas vejetatif yapısı olan tallus meydana gelir. Mantarların çeper yapıları çoğunlukla kitin içerir. Bazı mantarlarda ise selülozdur. Birçok mantarda çeper yapısı saf kitin selüloz değildir. Bu ana çeper maddelerine tür ve hifin yapısına bağlı olarak lignin, kalloz ve diğer bazı organik maddeler girebilir. Hücrelerinde bir veya daha fazla sayıda çekirdek ve her çekirdek içinde mutlaka bir çekirdekçik bulunur. Nükleus içinde 2-8 arası kromozom bulunur.

Mantarlar klorofilsiz ve genel olarak renksizdirler. Fakat bazı türlerin özellikle çeperlerinde melanin maddesinin birikmesiyle koyu bir renk ortaya çıkar. Yedek besin maddesi olarak glikojen, yağ ve bazen de mannitol depo eder, nişasta bulunmaz.

Mantarlar hem eşeysiz hem de eşeyli olarak ürerler. Eşeysiz üreme çeşitli sporlarla meydana gelir. Suda yaşayanlarda kamçılı ve çıplak zoosporlar vasıtasıyla, karada yaşayanlarda ise sporangium (kapalı keseler) adı verilen spor keseleri içinde oluşan endospor veya hiflerin ucunda oluşan ekzosporlar ile üreme sağlanır. Eşeyli üreme ise izogami (birleşen gametlerin morfolojik yapıları aynı, fizyolojik özellikleri farklı), anizogami (gametler kamçılı biri büyük, diğeri küçük), oogami (gametlerden biri büyük ve kamçısız, diğeri küçük ve kamçılı), gametangiogami ve somatogami ile gerçekleşir.

Mantar

Mantar Zehirlenmesi Nedir?

Bazı şapkalı mantarların içerdiği zehirliği bileşiklerin neden olduğu hastalık belirtileri “mantar zehirlenmesi” ya da “misetismus” olarak tanımlanır. Zehirli olduğu belirlenen mantarlar zehir etkisi gösteren bazı bileşikleri ihtiva ederler. Bunlar; Amanitin, Alloviroidin, Crustilinol, Dermocybin, Gyromitrin, İbotenik asit, İlludin, İnvolitin, Koprin, Muscarin, Muscimol, Muscozone, Naemotolin, Orellanin, Phalloidin, Phallisin, Pistillarin, Virodin, Xerocomik asit vb. Belirtilerin şiddeti yenen mantar miktarına göre değişiklik gösterir. Mantarı yedikten sonra ilk belirtilerin görülmesine kadar geçen süreye latent dönem denir. Lamelli (gilli) şapkalı mantarlardan şimdiye kadar yaklaşık olarak 4000 tür tespit edilmiş ve ancak bunlardan 30 veya 40′ının zehirli olduğu anlaşılmıştır. Zehirli olanların zehirli olduklarına dair yüzeylerinde herhangi bir işaret yoktur.

Mantar Zehirlenmelerinde Nasıl Davranılır?

Hasta ilk imkânda hemen doktora gösterilmelidir. Doktor gelmeden önce, küçük dile dokunmakla veya içinde tuz eritilmiş ılık su, tuzlu yağsız ayran veya başka bir kusturucu içirmekle hasta kusturulmaya çalışılmalıdır. Mide ve karın ağrıları sıcak bir şeyle bastırmak suretiyle teskin edilebilir. Eğer hasta ateşli ise, alnına ve beline bir buz kompresi konulmalıdır. Kalp faaliyeti (eğer ihtiyaç varsa), kuvvetli koyu kahve ile veya tuzlar koklatarak tahrik edilmelidir. Eğer hasta baygın ise, şuursuz ise, yüzüne soğuk su serpmeli veya amonyak buharı teneffüs ettirilmelidir. Ayıltmak için asla hiçbir alkollü içki kullanılmamalıdır. Nihayet, laboratuar muayenesi için mide kusmukları muhafaza etmek esastır, çünkü bunlara dayanarak daha sonraki tıbbi müdahale tayin edilecektir.

Halk arasında zehirli ve yenen mantarların birbirinden ayrılmasını sağladığı ileri sürülen aşağıdaki inanışların hiçbir bilimsel değeri yoktur.

  • Mantar koparılınca zehirli ise iç kısmının rengi hemen mavileşir.
  • Mantar gümüş bir kaşık veya para ile kaynatıldığında, mantar zehirli ise gümüş kararır.
  • Zehirli mantarları salyangozlar yemezler.
  • Hoş kokulu ve lezzetli olan ve şapkasından bir parça koparıldığında iç kısmının rengi değişmeyen mantarlar tehlikesizdir.
  • Çayırlarda yetişen mantar türleri zehirsizdir.
  • Ağaçlar üzerinde yetişen mantarlar zehirsizdir.
  • Tuzlu veya sirkeli suda kaynatmak mantarın zehirliliğini ortadan kaldırır. Zehirli veya yenen mantarlar ayrı ayrı topraklarda yetişir.
  • Kurutulmuş mantar zehirli değildir.
  • Pişirmek mantarın zehirliliğini ortadan kaldırır.
  • Mantarı yoğurt ile birlikte yemek zehirlemeyi önler.
  • Canlı odunda gelişen mantarlar zehirsiz, ölü odundakiler zehirlidir.
  • İlkbaharda çıkan mantarlar yenilebilir.
  • Yanında paslı demir parçaları bulunan mantarlar zehirlidir.
  • Kırıldığı veya ezildiği zaman süt gibi sıvı akıtan mantarlar zehirlidir.
  • Yüzeyi yapışkan olan mantar türleri zehirlidir.

Mantarlar asıl olarak üç gruba ayrılır.

  1. Yenen mantarlar doğada kendiliğinden yetişen mantarlardır. 2000-3000 civarında türü vardır. İnsanlar, yene mantarların biyolojik özellikleri ile yetişme yerlerinin özelliklerini tespit ederek tabiat şartlarını temin etmek suretiyle mantarları yetiştirmeleriyle kültür mantarcılığı ortaya çıkmıştır.
  2. Zehirli mantarlar doğada kendiliğinden yetişen mantarlar olup, bilmeyerek yenildiğinde insanı, zehirleme yolu ile hastalandıran, daha ileri safhalarda insanı öldürebilen mantarlardandır. Bunlar sayı olarak 70 kadar türe sahip olup, bunların içinde 10 türü gerekli tedavi olmazsa öldürür. Diğer türleri zehirler fakat ölüm meydana getirmez.
  3. Yenmez mantarlar doğada çok sık rastlanan bu mantarların 1500-2000 kadar türü vardır. Bu mantarlar görünüşü, sertliği, rengi, kokusu ve iyi bir gıda değeri olmadığı için yenmez olarak tanımlanmıştır. Bu mantarlar yemeklik olarak kullanıldığında hazımsızlık gibi rahatsızlıklar verir, fakat insanı zehirlemezler.

Mantar

Tedavide Mantarlar

Mantarların, yaşam alanlarının sağlık göstergesi olduğunu belirtmiştik. Şimdi ise bozulan ekosistemin yeniden eski sıhhatine kavuşturulmasında, mantarların ne gibi bir katkılarının söz konusu olduğuna bakalım:

Washington’daki Battelle laboratuarları; bilimi, çevre sağlığını geliştirmek için, kâr amacı gözetmeden kullanan bir kuruluştur. ABD ve diğer ülkeler, zehirli atıklardan kurtulmak için çeşitli çözüm yolları araştıran bu kuruluştan yararlanmaktadırlar.

Dr. Jack Word tarafından bir kaç yıldır sürdürmekte olduğu deneyler sonunda oldukça ilginç şeyler keşfetti. İlk yaptığı çalışmalar, istiridye mantarlarının ağır petrolü parçalayabildiklerini ve zehirli ve inatçı polycyclic aromatic hydrocarbons (PHA)’ın %97’sinden fazlasını ve alkanilerin %80′inden fazlasını ayrıştırabildiklerini göstermiştir.

Burada yapılan bir deneyde, içine dizel yağı, motor yağı, benzin ve diğer petrol ürünleri ile karıştırılmış bir toprak yığınına canlı istiridye mantarlarına ait sporlar katıldı. Dört hafta sonra toprak tabakası üzerindeki örtü kaldırıldı. Yığından mantarlar fışkırmaktaydı. Her biri 30 cm. çapında olan istiridye mantarları, toprak yüzeyi bir baştan bir başa kaplamıştı. Mantarlar test edildiğinde bünyelerinde her hangi bir petrol ürünü taşımadıkları anlaşıldı. Sekiz hafta sonra mantarlar çürüdü. Bu sefer çok daha şaşırtıcı bir durum ortaya çıktı. Çürüyen mantarlar, sinekleri etraflarına toplamaya başladılar. Çünkü mantar sinekleri, çürümüş mantarları bulur ve sporları midelerine doldurarak başka yerlerlere taşıyarak yayılmalarını sağlarlar. Sineklerin ardından bölgeye bir sürü böcek akın etti. Ve en sonunda da kuşlar geldi. Tabii kuşlar, toprak üzerine bir yığın bitki tohum bıraktılar. Kısa bir zaman sonra bu petrol atıklarıyla kirli toprak alan, bilim adamlarının şaşkın bakışları arasında her yerinden hayat fışkıran küçük bir vahaya dönüştü.

12 hafta kadar sonra bütün petrol atıkları mantarlaşma ile temizlendi ve toprak içindeki kompleks topluluk gelişerek daha da verimli bir bölgeye dönüştü. Son olarak toprak yeniden test edildi ve tamamen zehirden arınmış olduğu görüldü.

Bir başka araştırma sonucuna göre ise bazı mantar türlerinin, bileşenlerinin başka bir şekilde tahrip edilmesi çok zor olan biyolojik ve kimyasal silahlardaki maddelerin imha edilmesinde kullanılabileceği sonucuna varıldı. Meselâ 1. Körfez Savaşı sırasında kullanılan sinir gazı türü olan sarin ve soman bu yolla imha edilebiliyordu.

Her ne kadar mantarların sadece birkaç türünü incelemiş olsak ta, gezegenimizin en eski sakinleri olarak yaradılışlarındaki adaptasyon kabiliyeti sebebiyle milyonlarca senedir nesillerini devam ettirmiştir. Bu adaptasyon mekanizması, hızlı değişen çevrede ekolojik denge ve dayanma kuvveti için temel teşkil eder.

Biz insanlara düşen, mantarları, yaratılmış hiç bir canlı varlığa yapmamamız gerektiği gibi, küçümsememek, gereksiz görmemek ve ilkel ya da az gelişmiş gibi isimlendirmelerle etiketleyerek, canlılar âleminin bir basamağına tıkıştırmak yerine, onlardaki harikûlade yaratılış mucizelerini araştırmaktır. Böylece, yeryüzünde bizler için yaratılmış hizmetkârları tanıyıp, onlardan faydalanmanın yollarını bulabiliriz. Kim bilir daha vazifesinden haberdar olmadığımız nice varlık, mantarlar gibi, yeryüzünün ormanlarını korurken, bu gezegendeki geleceğimizi de muhafaza etmek için çalıştırılmaktadırlar.

Çin Tırtıl Mantarı

Tiens Kordiseps (Cordyceps Sinensis) olarak bilinen Çin tırtıl mantarıdır. Sadece Çin’in Tibet, Siçuan, Yunnan, Tsinhay gibi platolarında bulunan otluk ve bataklıklarda yaşayan bir tür yerel canlıdır.

Tırtıl mantarının büyümesi gerçekten şaşırtıcıdır. Bu mantar kışın bir böcek (larva formunda) kış uykusuna yattığı zaman onun dolaşım sistemine girer. Mantarın iplikçikleri larvada besin alımı sonrası o kadar hızlı bir şekilde büyümektedir ki en sonunda her şeyi kaplayan bir kabuk oluşturur. Daha sonra tırtıl bu yüzden ölmekte ve kabuğu bir kozaya dönüşmektedir. Sonraki sene yaz mevsimi geldiğinde kurtçuğun üst kısmı yerden dışarı çıkar ve bir ota dönüşür. Bu bitki kısmından Cordyceps elde edilmektedir.

Çin tırtıl mantarı, deniz seviyesinden 3500 m yükseklikte yaşadığı için çok dayanıklı bir yapıya sahiptir. Hayatta kalmak için yalnızca o platolarda bulunan Polygonum aviculare L, Astragalus ve Ophiopogon ağaçlarının kökleriyle beslenmektedir. Toprak altında geçen 2 senelik gelişim süreci sırasında uzun bir süre açlık, soğuk ve oksijen eksikliği yaşamaktadır. Mantarın gövdesi, besin maddeleri açısından ve biyolojik bileşim açısından o platolarda yetişen bitkiler kadar zengindir.

Geleneksel Çin Tıbbında ginseng ve tüylü geyik boynuzu ile birlikte en önemli 3 güçlü ilaç arasında yer almaktadır. Bu mantar Çin’de sağlığı korumak amacıyla 1200 seneden bu yana kullanılmaktadır. Çok eski zamanlarda Çinliler bu mantarı “tanrının lütfü”, bir tılsım olarak kabul etmişlerdir. Bu güne kadar geçen süre içinde Çin tırtıl mantarı birçok hastalık için yeri doldurulmaz bir çare olduğunu ispatlamıştır. Tianshi Şirketi, yürüttüğü bilimsel araştırmalarda, en son teknolojiyi birleştirerek, bünyesi zayıf insanlar için özel olarak ürettiği biyoaktif doğal besin takviyesi “Kordiseps” kapsülleri sizlere gururla sunar.

Profilaksi için kordiseps kullanım alanları: Bağışıklık sisteminin düzenlenmesi için kullanılan çok yüksek etkili bir çaredir. Düzenleme eğilimi 2 yoldan oluşmaktadır: Hem bağışıklığı güçlendirebilir, hem de bazı insanlarda bulunan fazla bağışıklık gücünü azaltır. Doğal bir antibiyotiktir. Kordiseps birçok patojenik bakteriye karşı antibakteriyel etki yaratabilir. Pnömokok, streptokok ve stafilakok aureus bunlara dahildir.

Antifilojistik etkisi: Kordisepsin bu niteliği hidrokortizondan 3 kat daha yüksektir. Ölçülü bir şekilde kan damarlarını genişleterek kalp ve akciğerdeki kan dolaşımını yoğunlaştırır. Kordiseps, koroner damardaki kan dolaşımını düzenlendiği için, damarda tıkanıklık yaratan pıhtının oluşmasını engelleyebilir.

Kordiseps, yorgunluğa karşı direnci arttırabilir, oksijen açlığına karşı dayanıklılık sağlar ve kandaki lipid seviyesini azaltabilir. Sinir sistemini rahatlatır. Ayrıca hücrelerin antioksidan yeteneğini arttırabilirle gibi farmakolojik özellikler taşımaktadır.

Yukarıda bahsettiğimiz bütün farmakolojik etkileri, kordisepsin birçok hastalığın tedavisinde kullanımı için bilimsel bir temel oluşturmaktadır. Çeşitli laboratuvar araştırmalarından ve hastane gözetimlerinden sonra kordisepsin üç önemli özelliği vurgulanmaktadır.

  • Çok geniş amaçlı kullanım kapasitesi
  • Hastalık tedavisini destekleyerek
  • Çok daha etkili sonuçlar alınması
  • Toksin içermemesi ve hiçbir yan etkisinin bulunmamasıdır.

Kordisepsin Gösterdiği İyileştirici Etkiler

Solunum yolları rahatsızlıkları: öksürük, nefes darlığı, nefes yetmezliği, terleme, akciğer zayıflığından kaynaklanan halsizlik, bitkinlik vb. Bu ürünü kullanarak rahatsızlıkların giderilmesine ve zatürree, astım, amfizem gibi hastalıkların tedavisinde hızlı bir iyileştirici etkiye sahip olduğunu göreceksiniz ve çok iyi bir sonuca ulaşırsınız.

Böbrek hastalıkları: Modern tıp tarafından kordisepsin böbreklerdeki metabolizmayı iyileştirdiği kanıtlanmıştır. Kordisepsin iyileştirici etkileri, böbrek hücrelerinin tüm fonksiyonlarının daha hızlı gerçekleştirilmesi idrardaki toksinlerin ekskresyonu gerçekleşmektedir. İlaç tedavilerinin böbrek dokularına ve kanallarına verdiği patolojik hasarlar, kordiseps tarafından onarılmaktadır. Böbreklerin yeniden enfeksiyon kapmasını ve hiperfosforemiyi önler. Böbrek ve akciğer hastalıklarında görülen bel ve ayak ağrıları, emisyon ve sık idrara çıkma sorunlarının giderilmesi açısından kordiseps çok iyi sonuçlar verebilmektedir.

Kalp damarları hastalıkları: Kordiseps, koroner damarlardaki kan dolaşımını sürekli belli bir hacim ve hızda tutma ve kandaki kalsiyum ve fosfor dengesini sağlama konusunda çok etkilidir. Koroner hastalıkların sürekli tedavisinde çok değerli bir ilaç olan kordiseps, koroner damarlardaki kolajen türemesi, trombositlerin oluşum ve gelişimini durdurma konusunda da çok iyi bir etki göstermektedir. İnhibisyon kat sayısı %13.3 ila %48.5′e ulaşmaktadır.

Hepatit ve karaciğer sirozu: Kordiseps karaciğerin tüm fonksiyonlarını doğrudan iyileştirme gücüne sahiptir. Şu anda Çin’de karaciğer sirozu tedavisinde kullanılan en iyi çaredir. İthal edilen enterferans ilaçlar sarı ırktaki insanlar için çok büyük etkiye sahip değildir ve ayrıca kordiseps içeren ürünlerle karşılaştırıldığında, fiyatının çok daha yüksek olduğu görülmektedir.

Kan hastalıkları: Kandaki trombositlerin normal sayıda bulunmasına rağmen vücutta çeşitli kanamaların meydana gelmesi (protopati atrombositopenik purpura) destek tedavisinde çok açık yararı görülmektedir. Lösemi hastalığının tedavisinde kordiseps ile yapılan destek tedavisi, belli bir etki göstererek löseminin, kan kanserine dönüşmesini önlemektedir.

Kanser hastalıkları: Kordisepsin geniş kapsamlı farmakolojik özellikleri insan vücudunda karaciğer, böbrek, kan damarları ve solunum organları gibi en önemli organlar üzerinde yenileme etkisi gösterdiği için, tedavide bu ürün kanserin son aşamasında dahi iyileştirici etkiler göstermektedir. Yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere kordiseps, önemli organlardaki kötü huylu tümörlerin hücre merkezlerine doğrudan müdahale ederek hasta organın iyileşmesine yardımcı olmaktadır. Bu etkinin yanı sıra kordiseps lökosit faaliyetlerini arttırarak kimya terapisinin daha etkili olmasını sağlar. İyi huylu beyin tümörü olan hastaların sürekli tedavisinde kordiseps kusursuz bir çaredir.

Antitoksin faaliyetleri: Kordiseps toksin içermeyen, tamamen doğal bir madde olmasının yanı sıra, metabolizmayı iyileştirerek karaciğer, böbrek, akciğer gibi organların hücre yenilenmesine ve tüm vücudun toksinler ve ilaç kalıntılarından arındırılmasına yardımcı olmaktadır.

Günlük Hayatta Kordisepsin Genel Sağlık Kazandırıcı Etkileri

Kordiseps “güçlendirme ve yeniden oluşturma” etkisine sahip mükemmel bir üründür. Hastalıkları iyileştirmek ve insanı hastalıklardan korumak için kusursuz bir üründür. “Tianshi Kordiseps Kapsülleri” doğuda bulunan kordisepsin doğal miselininden üretilmektedir. Modern teknoloji kullanılarak elde edilen kordiseps özlerinin mayalanma süresi tamamlandıktan sonra elde edilen kıvam toz haline getirilerek yumuşak kapsüllere doldurulur. Kordiseps, insanın bağışıklık sistemini güçlendirip, vücudun dayanıklılık gücünü arttırarak, kanser hücrelerini ve özellikle tümör türlerini yenmektedir. Bu ürün, hormonlar ve benzer uyarıcı maddeler içermemektedir. Bünyesi zayıf olan, bağışıklığı alt seviyede olan, çabuk yorulan, obezite ve kanser hastalıkları olan insanlar için mükemmel bir üründür.

Zekât Nedir? Kimlere Zekât Verilir?

Zekât Nedir?

Bir malın belli bir miktarını, belli bir zaman sonra hak sahibi olan bir kısım Müslümanlara Yüce Allah’ın rızası için tamamen mülkiyetine geçirmektir. Zekât, kulların kulluk görevindeki sadakatlerine delalet eder.

Zekâtın Önemi

İslâm’ın beş şartından dördüncüsü zekât vermektir. Hicretin ikinci yılında oruçtan önce farz olmuştur. Mal ile yapılan ibadettir. Zekât, dini ölçülere göre zengin olan Müslümanların seneden seneye malının ve parasının kırkta birini fakir olan Müslümanlara vermesidir. Zekât, Kur’an-ı Kerim’de namaz ile birlikte otuz yedi yerde geçmektedir. Zekâtın üzerinde bu kadar çok durulması onun dinimizde büyük önem taşıdığını göstermektedir.

Zekâtın Faydaları

Zekât, kalbi cimrilik hastalığından, malı fakirin hakkından temizleyen, zenginlerde şefkat ve merhamet duygularını geliştiren bir ibadettir. Zekât sayesinde fakirlerin kalbindeki haset ve kıskançlık ortadan kalkar. Kendilerine yardım eden zenginlere karşı sevgi ve saygı meydana gelerek toplumda birlik ve kardeşlik kuvvetlenmiş olur. İslâm Dini, toplumun dertlerini tedâvi eden, ihtiyaçlarını karşılayan birçok esaslar getirmiştir. Allah’ın emri olan zekât, bir sosyal yardımlaşma sistemidir. Zekât malın büyümesini ve bereketlenmesini sağlar. Zekâtı verilen serveti, yok olmaktan, kötü insanların zararından Allah korur. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Mallarınızı zekât ile koruyunuz.”

Zekât Vermek Nedir?

Zekât vermek farzdır. Peygamberimizin hicretlerinin ikinci yılında, oruçtan önce farz kılınmıştır. İslâm’ın şartlarından birini teşkil etmektedir.

Zekât Geciktirilebilinir mi?

Belli miktarda bulunan nakit paraların ve ticaret mallarının üzerinden bir yıl geçince, Zekâtlarını geciktirmeden hemen vermek gerekir. Çünkü bu Zekât mallarına yoksulların hakkı geçmiş oluyor. Artık bu hakkı özürsüz olarak geciktirmek caiz olmaz. Diğer bir görüşe göre, Zekâtın verilmesi geciktirmeli olarak farzdır. Sene sonunda hemen verilmesi gerekmez. Zekât borcu olan kimse, bunu hayatta bulunduğu sürece ödeyebilir. Ödeyemeden ölürse, o zaman günahkar olur. Fakat doğru olan birinci görüştür.

zekat

Zekât Gizli mi Verilmeli?

Zekâtın aşikare verilmesi daha faziletlidir. Çünkü bu şekilde verilmesi, başkalarına bir örnek olur ve teşvik yerine geçer. Kendisi hakkında, Zekât vermiyor diye, kötü bir zannı da kaldırmış olur. Zekât bir farz olduğu için, bunun yerine getirilmesinde gösteriş olmaz. Nafile olarak verilen sadakalarda ise, durum böyle değildir. Bunların gizli verilmesi ve gösteriş yapılmasına engel olunması daha faziletlidir.

Zekâtın Hikmetleri Nelerdir?

Zekâtın meşru olmasındaki hikmet pek önemlidir, herkese göre açık ve meydandadır da denilebilir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Mallarınızı Zekât la koruyunuz, hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz, bela dalgalarını da dua ve yalvarışla karşılayınız” İşte Zekât sayesinde mallar korunmuş oluyor. Sadakalar da, maddî ve manevî hastalıklar için birer ilaç yerine geçiyor. Doğrusu Zekât ve sadaka verenlerin mallarında ve canlarında bir feyiz ve bereket, bir sağlık ve afiyet yüz gösterir. Bunun çok üstünde olarak da, kendileri Yüce Allah’ın rızasını kazanıp nice manevî mükafatlara kavuşurlar, nice manevî tehlikelerden kurtulurlar. Bilindiği gibi, kalplerde pek ziyade yer tutan mal ve mülk sevgisi, insanı yüksek duygulardan yoksun bırakır, insanı bazen fena işlere sürükler. Zekât sayesinde ise kalbin bu zararlı duygusuna ve meyline direnilmiş olur, nefis’te cimrilikten kurtulmuş olur. Mal, başkasının hakkından arındırılarak insanda şefkat ve hayırseverlik duyguları gelişir. Başkalarını gözetme ve koruma gibi yüksek duygular meydana gelir.

Zekât, sosyal hayatın huzur ve mutluluğuna, beraberliğine ve refahına sebeptir. Yoksulları ve acizleri, kendi varlığından faydalandıran bir zengin, cemiyetin en değerli ve sevimli organ sayılır. Fakirlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından, onların övgülerini, sevgi ve dualarını kazanır. Mal varlığı da hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur. Zekât vermek, güzel bir inancın eseridir. Böyle bir inanca sahip olan kimse, bağlı bulunduğu cemiyet için zararlı olmaktan uzak, çok yararlı bir insan olur. Çünkü kendi malından bir kısmını sadece Allah rızası için ayırıp fakir din kardeşlerine veren ve bundan dolayı onlardan hiç bir karşılık gözetmeyen bir insan, artık çevresine yararlı olmaz mı? Zekât Allah’ın nimetlerine karşı bir şükran görevidir. Zekât veren Müslüman şöyle düşünür. Elde ettiğim bu varlık, bana Yüce Allah’ın ihsanıdır. Nice insanlar vardır ki, daha güçlü ve daha bilgili oldukları halde bu mal varlığından yoksun bulunuyorlar. Bunun için ikram ve ihsanı sonsuz olan Yüce Allah’ın nimetlerine karşı şükretmek gerekir, işte bu şükür, farz olan Zekâtın ödenmesiyle yerine getirilmiş olur.

Çocuklar Zekât Vermekle Yükümlümüdür?

Çocuklar akılları başlarında olarak buluğa ermedikçe, Zekât vermekle yükümlü olmazlar. Onun için bunların mallarından velileri Zekât veremez. Bunların Zekât vermeleri buluğ çağına ermekle başlar. Bir sene sonunda yerine getirilmesi gerekir. (İmam Şafiî’ye göre çocukların mallarından Zekât verilmesi gerekir. Bunu velileri mallarından öderler. Çünkü Zekât mala gereken bir haktır. Küçüklük bu hakkın varlığını gideremez.) Bize göre Zekât malî bir ibadettir. Çocuklar ise ibadetle mükellef değillerdir.

Dinden Ayrılıp Dönenin Zekât Borcu Ne Olacak?

Bir Müslüman bir müddet hak dinden çıkıp ondan sonra tevbe ederek Allah’tan mağfiret dilese, dinden çıkış zamanında Zekât vermek ona farz olmayacağı gibi, dinden çıkmadan daha önceki zamana ait Zekât borçları da düşmüş olur. Çünkü Zekâtın farzıyetinde İslam şart olduğu gibi, bekasında da şarttır.

Deliler Zekât Vermekle Yükümlümüdür?

Delilerde iki durum düşünülebilir. Birincisi, doğuştan beri deli bulunmaktır. Bunların bu durumu devam ettikçe, onlar Zekâtla yükümlü olmazlar. Fakat bunlar buluğ çağına erdikten sonra iyileşip düzelseler, sağlığa kavuşmalarından itibaren Zekât vermekle mükellef olurlar. İkincisi, buluğa erdikten sonra bir müddet deli olmaktır. Bu durumda bunların delilikleri bütün bir yıl devam ederse, bu yıl için Zekât vermeleri onlara farz olmaz. Çünkü bu durumda onlardan yükümlülük düşmüş olur. Fakat bu yıl içinde bir iki gün gibi kısa bir zaman iyileşecek olsalar, Zekât vermeleri onlara farz olur. Bu mesele İmam Muhammed’e göredir, İmam Ebû Yusuf’a göre, yılın çoğunda sağlık üzere bulunmadıkça, o yılın Zekâtı gerekmez. (İmam Şafiî’ye göre delilerin mallarından Zekât verilmesi gerekir. Bunu velileri mallarından öderler. Çünkü Zekât mala gereken bir haktır. Noksanlık bu hakkın varlığını gideremez.) Bize göre Zekât malî bir ibadettir. Bunlar ise ibadetle mükellef değillerdir.

Zekât Vermek İçin Ne Kadar Malı Olmalıdır?

Zekât verecek kimse, temel ihtiyaçlarından ve borçlarından başka nisab miktarı veya daha fazla bir mala sahip bulunmalıdır. Bu miktar malı bulunmayana Zekât farz olmaz. “Nisab”, şeriatın bir şey için koymuş olduğu belli bir ölçü ve miktar demektir. Zekât vermek için altının nisabı yirmi miskaldır. Gümüşün nisabı iki yüz dirhemdir. Koyun ile keçinin nisabı kırk koyun veya keçidir. Sığır ile mandanın nisabı otuz ve deveninki de otuz beştir.

Malın Çokluğu Zekât Vermek İçin Yeterli mi?

Zekâtı verilmesi gereken mal, gerçekten veya hüküm bakımından artıcı bulunmalıdır. Böyle olmayan mallardan Zekât gerekmez. Nisab miktarından fazla olması hükmü değiştirmez. Gerçekten artıcılık, ticaret veya doğurma ve üreme yolu ile olur. Ticaret için kullanılan herhangi bir eşya ve hayvan Zekâta bağlı olduğu gibi, dölünü veya sütünü almak için, yılın çoğunu kırlarda otlayarak idare eden ve “Saime” adını alan hayvanlar da Zekâta bağlıdır.

Malik Olunmayan Malın Zekâtı Olur mu?

Zekâtın gereği için, tam bir mülkiyet bulunmalıdır. Bir malın mülkiyetiyle beraber onun elde de bulunması gerekir. Onun için bir kadın mehrini eline geçirmedikçe, onun Zekâtı ile yükümlü olmaz. Çünkü o mehre (nikah bedeline) malik ise de, onu eline geçirmiş değildir. Yine, elinde rehin mal bulunan bir kimseye, rehinden dolayı Zekât gerekmez. Çünkü rehin, bir borç karşılığıdır. Bunda malikinin ele geçirip sahip olma hakkı yoktur. Satın alınıp da henüz de geçirilmemiş bulunan bir mal, ele geçmiş hükmünde olarak Zekâta bağlıdır. Bu nisaba girer, ondan Zekât vermek gerekir.

Mal Miktarı Değişirse Zekât Miktarı Ne Olur?

En az nisab miktarında olmak şartı ile artmaya elverişli bir mal üzerinden tam bir kamerî yıl geçip son bulmadıkça ona Zekât gerekmez. Nisab miktarı hem senenin başında, hem de sonunda bulunmalıdır. Bu miktarın sene ortasında azalması, Zekâtın verilmesine engel olmaz. Aksine olarak sene içinde artan mal da, sene sonunda diğer mal ile beraber Zekâta tabi olur.

Bir kimsenin 1364 senesi başında temel ihtiyaçlarından fazla iki yüz dirhem gümüş miktarı artıcı bir malı olup mal, sene sonuna kadar devam etse, bundan beş dirhem Zekât vermek gerekir. Bu mal, sene ortasında yüz dirheme indiği halde, sene sonunda yine iki yüz dirhem miktarına çıkmış bulunsa, yine beş dirhem Zekât gerekir. Sene başında en az iki yüz dirhem miktarı iken, sene içinde ticaret, bağış ve miras gibi sebeplerle dört yüz dirhem miktarına çıkıp sene sonuna kadar devam etse, on dirhem miktarı Zekât gerekir. Fakat böyle bir mal, sene başında yüz doksan dirhem miktarı iken sene sonunda iki yüz veya üç yüz dirhem miktarına çıkmış bulunsa yahut sene başında iki-üç yüz dirhem miktarı iken, sene sonunda yüz doksan dokuz dirhem miktarına düşse, Zekât gerekmez. Ancak iki yüz dirhem olduğu günden itibaren devam edecek olan bir yıl sonunda yine aynı miktara veya daha fazlasına erişecek olursa Zekât gerekir. İmam Züfer’e göre, nisab miktarı, senenin başından sonuna kadar bulunmalıdır. (İmam Şafiî’ye göre, saime denilen hayvanlarda da hüküm böyledir. Fakat ticaret mallarında nisabın yalnız ticaret mallarında sene sonunda tam bulunması lazımdır. Sene başında ve ortasında nisabın noksan olması, Zekâtın verilmesine engel olmaz.) Zekâta bağlı bir mal üzerinden bir yıl geçtikten sonra bu mal artacak olsa, anaparaya bağlı olarak yıl sonunda Zekâta girer.

Zekât Verirken Niyet Gerekir mi?

Verilen bir Zekâtın sahih olabilmesi için, Zekâtı verirken veya onu ayırırken niyetin bulunması şarttır. Zekâtı fakire verirken veya Zekât için bir mal ayırırken bunun Zekât olduğunu kalp ile niyet etmek gerekir. Dil ile söylenmesi gerekmez. Öyle ki, bir malı fakire Zekât niyeti ile verirken bunun bir bağış veya bir borç olarak verildiğini dil ile söylemek Zekâta engel değildir. Bir mal fakire niyetsiz olarak verilince bakılır: Eğer mal henüz fakirin elinde bulunuyorsa, Zekâta niyet edilmesi yeterlidir. Fakat elinden çıkmış ise, niyet edilmesi yeterli değildir. Yine, bir kimse, bir adamın malından onun adına Zekâtını verdiği zaman, o kimse buna rıza gösterirse bakılır: Eğer o mal fakirin yanında mevcut bulunuyorsa, bu Zekât sahih olur; değilse olmaz.

Zekâtta Vekilin Niyeti Yeterli mi?

Zekât vermede vekilin niyeti değil, müvekkilin niyeti geçerlidir. Onun için bir kimse, Zekâtını vermek için bir adamı vekil tayin etse, Zekât olarak vereceği malı teslim etliği zaman veya o malı vekil fakire vereceği zaman Zekâta niyet etmesi gerekir. Vekilin niyeti yeterli olmaz. Bu vekil, Müslüman olabileceği gibi, bir gayri müslim (Zimmî) de olabilir.

Fakire Verilen Ne Zaman Zekât Sayılır?

Zekât vermek niyetinde olan bir kimse, bunun için bir mal ayırmaksızın zaman zaman fakirlere bir şeyler verdiği halde, Zekâta niyet etmek hatırına gelmese, bu verdikleri Zekâta sayılmaz. Fakat fakire böyle bir mal verirken: “Bunu niçin veriyorsun?” diye sorulacak soruya, düşünmeksizin hemen “Zekât olarak veriyorum” diyebilecek bir durumda ise, bu niyet yerine geçer. Bir kimse fakirlere bir gün sadaka verdikten sonra: “Şu süre içinde verdiğim sadakaların Zekâtımdan olmasına niyet ettim.” demesi yeterli olmaz.

Bir zengin, bir fakirde olan yüz bin lira alacağını o fakire bağışlasa, yalnız bir yüz bin liranın Zekâtını vermiş olur. Burada Zekâta niyet edip etmemek eşittir. Bu yüz bin lirayı diğer mallarının Zekâtına sayamaz. Yine, fakir olmayan bir borçluya bir mal bağışlansa, bununla ne o malın ve ne de başka mallarının Zekâtı verilmiş olmaz. Sahih olan görüşe göre, bu bağışlanan mala düşen Zekâtın da ayrıca verilmesi gerekir. Bir kimse elinde bulunan bir malı Zekâta niyet etmeksizin tamamen sadaka olarak verse, bunun Zekâtı kendisinden düşmüş olur. İster nafile sadakaya niyet etmiş olsun, ister olmasın, hüküm aynıdır. Fakat verilen bu mal ile bir nezre veya başka bir vacibe niyet etmiş olursa, bu mal o niyete göre verilmiş olur. Verilen bu mala düşecek Zekâtı ayrıca ödemek gerekir.

Zekâta Bağlı Olmayan Mallar

Bir kimse, hem kendi ihtiyacını ve hem de geçimleri kendi üzerine olan kimselerin ihtiyaçlarını karşılayan ve temel ihtiyaçlar adını alan şeylerden Zekât vermez. Oturulan evler, evlerin lüzumlu eşyaları, giyinip kuşanmaya ait elbiseler, silahlar, binek hayvanları, bir aylık veya bir yıllık yiyecek ve içecek şeyler, ilim sahiplerinin birer ciltten veya takımdan ibaret kitapları, sanatçıların birer takım aletleri temel ihtiyaçlardan sayılır.

Hangi Süs Eşyalarından Zekât Gerekmez?

Altın ve gümüşten başka süs eşyalarından, yakut, zümrüt, inci ve elmas gibi ziynet eşyalarından da Zekât vermek gerekmez. Çünkü bunlar (hakikaten veya hükmen) artıcı değillerdir. Ancak bunlar temel ihtiyaçlar dışında olup kıymetleri en az nisab miktarına ulaşınca, sahipleri zengin sayılır. Her ne kadar Zekât vermekle yükümlü olmazlarsa da, kendileri Zekât ve sadaka alamazlar ve bunlar üzerine fıtır sadakası ile kurban kesmek vacib olur.

Borçlu Zekât Verir mi?

Bir kimsenin nisabdan fazla malı olduğu halde, bir miktar da borcu bulunsa bakılır: Eğer bu mevcut malından borcu çıktıktan sonra nisabdan noksan olmamak üzere bir malı kalırsa, yalnız bu malın Zekâtı gerekir. Fakat nisab miktarından (iki yüz dirhem gümüş kıymetinden) az bir şey kalırsa, bundan Zekât gerekmez. Bir kimsenin yüz bin lira fazla parası olduğu halde, geçmiş yıllardan üzerinde kalmış Zekât tan yüz bin lira borcu bulunsa, kendisine bu yüz bin lira için Zekât gerekmez; çünkü bunun karşılığı kadar borç vardır. Fakat Zekât tan kırk bin lira borcu olursa, geri kalan altmış bin liranın Zekâtını vermek gerekir. Zekât, Allah’ın hakkı olmakla beraber, verilmediği takdirde, en büyük idareci tarafından istenilip verilmesi gereken yerlere harcanabilir. Bu bakımdan da Zekât, insanlar tarafından istenecek borçlardan sayılır. (İmam Şafiîye göre, nisab miktarı artıcı (nami) bir mala sahip olan, bunun karşılığında borcu olsa da, yine Zekât la yükümlü olur. Çünkü Zekâtın vacib olması, nisab miktarı olan artıcı (nami) mal sebebiyledir. Bu borçlu ise, buna sahiptir. Hür bir insanın borcu, onun kişiliği üzerine yüklenir. Hemen onun elindeki mala yüklenmez. Bunun içindir ki, bu malını istediği gibi kullanma hakkına sahiptir. Borç ile Zekât ayrı ayrı haklardır. Birinin bulunması, diğerinin gerekli olmasına engel değildir.) Bizce, borçlu fakirdir. Nisab miktarı fazla malı yoksa kendisine Zekât verilmesi bile caizdir. Zekât vermek ise, zengin olana farzdır.

Kira Gelirlerine Zekât Düşer mi?

Ticaret için değil de, yalnız kiralarını almak üzere insanın mülkiyetinde bulunan evlerden, dükkânlardan, gelir getiren tesislerden, kaplardan, aletlerden makinelerden ve nakil vasıtalarından Zekât gerekmez. Ancak bunların kira ve gelirlerinden toplanan paralar nisab miktarı olur da karşılığında borç bulunmazsa, toplanan para üzerinden tam bir yıl geçince veya Zekâtı verilecek diğer para ve eşyalara ilave edilmekle Zekâta tabi olurlar.

Haram Mal İçin Zekât Verilir mi?

Haram mal için Zekât verilemez. Böyle haram bir mala sahip olan kimse, o malı asıl sahibine geri vermesi gerekir. Yoksa fakirlere sadaka olarak verilmesi gerekmez. Fakat haram bir mal, helal bir mala karışmış olur da, aralarını ayırmak mümkün değilse, hepsinin Zekâtını vermek gerekir.

Ziyana Uğramış Mala Zekât Düşer mi?

Zekât zimmete değil, malın aynına bağlı kalır. Onun için bir mal, Zekâtı verilmek icap ettikten sonra helak olsa, Zekâtı düşer. Fakat o mal başkasına bağışlanmak veya onunla bir ev alınmak suretiyle harcansa, Zekâtı düşmez, onun Zekâtını ödemek gerekir. Zekât için ayrılmış olan bir mal, ziyana uğrasa Zekât düşmez. Fakat Zekât için ayrılan bir mal fakirlere verilmeden para sahibi ölse, bu para varislerine miras kalır.

Zekât Borcu Olan Ölürse Borcu Ne Olur?

Zekât tan borcu olan kimse ölünce, bu borcu vasiyet etmemiş olursa, onun terekesinden bu para alınamaz. Onun malı varislerine geçmiş olur. Varislerden ehil olanlar, isterlerse, ölünün bu borcunu kendi hisselerinden bağış yoluyla verebilirler.

Altın ve Gümüşün Zekâtı

Mezhep imamları gümüşün zekât nisabının 200 dirhem, altının nisabının 20 miskal, her ikisinin de zekât nisbetlerinin 1/40 (%2.5) olduğunda görüş birliğine varmışlardır. 200 dirhem gümüş ve 20 miskal altın için, Din İşleri Yüksek Kurulu, nisabın esas alınmasında 20 miskal altının 80.18 gr, 200 dirhem gümüşün ise 561.2 gram olmasını esas almıştır. Altın ve gümüş bu nisab miktarına ulaşınca zekâta tâbi olur ve 1/40 nisbetinin zekât olarak verilmesi gerekir. Altın ve gümüş de nisab fazlası kısım için de zekât oranı, fakihlerin ağırlıklı görüşüne göre, aynıdır. Altın ve gümüş nisabdan az ise nisabı tamamlamak için biri diğerine ilâve edilir mi? Hanefîler’e göre ilâve edilmelidir. Şâfiîler ve Hanbelîler ise aksi görüştedir.

İstenen Borç Paraların Zekâtı

Başkalarının üzerinde olup borç denilen ve nisab miktarına ulaşmış bulunan paralar Zekâta tabi olup olmama bakımından şöyle üç kısımdır:

1) Kuvvetli Alacak: Bunlar, borç olarak verilen paralar ile ticaret mallarının bedeli olan alacaklardır. Bu alacaklar, borçlular tarafından ikrar edilince, tahsil edildikleri zaman geçmiş senelere ait Zekâtları da verilmek gerekir. Şöyle ki: Bir kimsenin iki sene müddetle üzerinde olup ikrar ettiği on bin lira borcu, kendisinden tahsil edilince, geçen o iki yıla ait Zekâtı vermek gerekir. Bu halde, bu on bin lira, kıymetçe bin dirhem gümüşe eşit olsa, bundan birinci sene için 250 lira, veya 25 dirhem gümüş Zekât verilir. Geri kalan 9750 liradan da ikinci sene için İmamı Azam’a göre 240 lira veya 24 dirhem gümüş verilir ki, bu miktar küsur olan on beş dirhem hariç kalmak üzere 9750 dirhemin kırkta birine eşittir. İki imama göre ise 243 lira 30 kuruş Zekât vermek gerekir. Çünkü küsur kalan on beş dirhem de kırkta bir nispetinde Zekâta tabidir. Böyle kuvvetli bir borç olup da üzerinden sene geçmiş ise, bundan en az kırk dirhem miktarı tahsil edilirse, bunun Zekâtı hemen verilir. Bundan az tahsil edilirse, hemen Zekâtının verilmesi gerekmez. Ancak bu miktar borcu tahsil eden kimsenin başka Zekât malı varsa onunla beraber bunun da Zekâtını verir. Fakat böyle bir borç inkar edilmekte ise, tahsil edildiği zaman geçmiş yıllara ait Zekât ı, İmam Muhammed’e göre gerekmez. Alacaklının elinde senet veya şahit bulunması bu hükmü değiştirmez. Çünkü her delil hakim için geçerli olmaz. Herkes de dava açıp delillerini ortaya koyamaz. Sahih kabul edilen görüş budur.

2) Orta Alacak: Ticaret için olmayan bir malın bedelinden bir kimse üzerinde kalan alacaktır. Ev kirasından bir kimse üzerinde kalan bir alacak veya eski bir elbisenin verilmesinden dolayı karşılığında istenen bir para gibi. Bu gibi alacaklar, borçlunun üzerinde kaldığı müddet geçecek yıllar için Zekâta tabi olmazlar. Ancak tam nisab miktarı (iki yüz dirhem gümüş miktarı) tahsil edilince Zekâtı gerekir. Nisabdan az tahsil edilen için gerekmez. Yalnız sahibinin Zekâta tabi başka malları varsa, o zaman nisab miktarını bulan bu mallar arasında bunun da Zekâtı verilir. İmamı Azam’dan, daha sahih görülen bir rivayete göre, bu kısım alacakların geçmiş yıllara ait Zekâtları gerekmez. Ele geçtikten sonra, üzerlerinden bir yıl geçmedikçe Zekâtları gerekmez. Eğer para sahibinin Zekâta bağlı başka malı olursa, o zaman hepsinin Zekâtı verilir.

3) Zayıf Alacak: Bu, bir malın bedeli olmaksızın bir kimsenin üzerinde kalan alacaktır. Varisin üzerinde kalan ve sahibine ödenmesi gereken vasiyet parası, henüz ele geçmemiş diyet bedeli, kadının kocası üzerindeki mehir alacağı, boşama anlaşması sonunda alınacak mal bedeli gibi. Bu nevi alacakların geçmiş yıllar için Zekâtı gerekmez. Nisab miktarı ele geçip üzerinden bir yıl geçmedikçe de Zekâtları verilmez. Ancak az çok ne kadar tahsil edilirse, Zekâta bağlı diğer mallara ilave edilirler. Böylece onların da Zekâtı birlikte verilmiş olur. Bir rivayete göre, bunlardan diyet ve kitabet bedeli müstesnadır. Bunlar ele geçişlerinden itibaren Zekâta girerler. (İmam Şafiî’ye göre alacak, Zekâtın ödenmesini geciktiremez. Ele geçmese de onun Zekâtını vermek gerekir. Çünkü borç verilmesi, hak sahibinin arzu ve isteği ile olmuştur. Bu bakımdan fakirin hakkını geciktirmekte hakkı bulunmaz.)

Arazi Ürünlerinin Zekâtı Arazi ürünlerinden devletçe alınacak miktar, arazinin cinsine göre değişir. Bu miktar, Zekât, sadaka, haraç ve icar bedeli mahiyetinde olur. Şöyle ki: Bugün Müslümanların ellerindeki arazi, başlıca şu dört kısma ayrılmıştır:

1) Öşür Arazisi: Fethedilen bir memleketin halkı kendi rızaları ile Müslüman olur da, ellerindeki arazi onların mülkiyetine geçirilirse veya bir memleket kuvvet gücü ile felhedilip arazileri İslam mücahitlerine mülkiyet üzere verilmiş olursa, bu gibi topraklar Öşür arazisidir. Arap yarımadası bu çeşit arazidir. Bu toprakların ürünlerinden onda bir veya yirmide bir nispetinde “öşür” adı ile Zekât alındığı için bunlara “Öşür Arazisi” denmiştir.

2) Haraç Arazisi: Bu, anlaşma veya üstünlük elde etmek suretiyle fethedilip yerli bulunan gayri müslim halka veya diğer gayri müslimlere temlik edilmiş olan topraklardır. Irak köyleri ve çevresi bu kısımdandır. Bu çeşit araziden, ya ürününe göre veya uygun görülecek belli bir miktarda (haraç) adıyla bir vergi alınır. Bu Zekât değildir.

3) Sırf Mülk Arazisi: Memleket arazisinden olup Hazineye ait iken sonradan bir bedel karşılığında bazı kimselere satılmış bulunan topraklardır. Bunların ürünleri de, sahipleri Müslüman olunca, Zekât bakımından Öşür arazisinin ürünleri gibidir. Yalnız mülk evlerin çevresindeki mülk bahçeler, bu evlere bağlı olduğundan bunların ürünlerinden ve ağaçlarının meyvelerinden öşür vesaire alınmaz.

4) Memleket Arazisi: Vaktiyle Müslümanlar tarafından fethedilip bir kimsenin mülkiyetine geçirilmeksizin bütün Müslümanların yararına bırakılmış olan topraklardır. Bunlar bütün halk adına devlete ait olup kullanma hakkı halka tapu ile verile gelmiştir. Bunların yalnız kullanma hakları belli kimselere aittir. Bu haklara sahip olanlar icarcı (kiralayan) hükmündedir. Devlete verecekleri belli hisse veya vergiler de, icar bedeli hükmündedir. Bundan dolayı böyle bir arazinin ürününden öşür ve diğer bir nam altında Zekât gerekmez. Çünkü öşür ile haraç veya öşür ile bu hükümde bulunan icar bedeli bir arazide toplanmaz. Türkiye’deki arazi genellikle bu kısımdandır. Arazi ürünlerinde İmamı Azam’a göre nisab aranmaz. Buğday, arpa, pirinç, darı, karpuz, hıyar, patlıcan, yonca, şeker kamışı benzeri öşür arazisi ürünlerinde, az da olsa çok da olsa, “Öşür” adı ile hisse alınır. İki İmam’a göre, beş vask (*) miktarı olmayan ekinlerden ve insanların elinde bir sene kalmayacak sebzelerden öşür alınmaz. Bir öşür arazisi yağmur veya ırmak, çay suları ile sulanırsa, ürünleri onda bir nisbetinde “öşür” Zekâtına tabi olur. Eğer dalya, dolap ve hayvan ile veya satın alınacak sularla bütün sene veya senenin yarısından çoğu sulanacak olursa yirmide bir nisbetinde öşür alınır.

——————————————-

* Bir “vask” altmış sa’dır. Bu da (62400) dirheme eşittir. Bunun beş katı da yaklaşık olarak 950 kg.dır.

zekat

Tohumlar, amele ücretleri ve diğer masraflar elde edilen üründen çıkarılmaz. Bu ürünler üzerinden bir yıl geçmesi de gerekmez. Bir yıl içinde birkaç defa elde edilen ürünlerin hepsinden aynı ölçülerle öşür alınır. Öşürde esas arazidir, mal sahibi değildir. Bir öşür arazi vakfedilse, çocuklara veya mecnunlara ait bulunsa, yine ürününden “öşür” alınır. Zeytin ve susam tanelerinden öşür alındığı takdirde, sonradan elde edilecek yağlarından tekrar öşür alınmaz. Yine, öşrü verilen üzümler için sonradan tekrar Zekât vacip olmaz.

Öşür arazisi ürünlerinden alınacak muayyen hisseler, ürünler tamamen yetişip elde edildiği zaman alınır. Bundan önce alınmaz. Öyle ki, daha bitmemiş ekinlerin ve belirmemiş meyvelerin öşürlerini vermek caiz değildir. Fakat bunlar bittiği ve belirdiği zaman, sahipleri dilerse öşürlerini verebilirler. Daha öşrü verilmemiş olan ekinlerden veya ağaç üstündeki meyvelerden yenmemelidir. Bununla beraber öşrünü hesap edip ödemek niyeti ile yenilmesi helal olur. Çünkü yediğini ödemiş olacaktır.

Öşür arazisi ürünlerinin öşrü veya memleket arazisinin icar bedeli zamanında verilmeyip sonradan zayi olsa veya sahibi ölse, bunu ödemek gerekir. Meralardan ve çayırlardan biçilip toplanan otlardan, mubah kabul edilen dağlarda yetişip kendiliğinden büyüyen kerestelik ağaçlardan, kamışlardan veya kendiliğinden yetişmiş başka ağaçlardan, derelerden avlanan balıklardan öşür alınmaz. Fakat dağlardan toplanan meyvelerden öşür alınacağı gibi, ağaçlık, kamışlık edinilen yahut çayır elde etmek için su verilen öşür arazisinden ve Müslümanlara ait mülk araziden her yıl kesilip satılacak ağaçlardan, kamışlardan ve otlardan da öşür alınır.

Yine, bu arazide bulunup kendisi ile ipek böceği beslenilen dut yapraklarından öşür alınır, ipeğinden alınmaz. Bu ipek hayvana bağlıdır, ipek böceği öşre bağlı olmadığından, onun bir parçası sayılan ipek de öşre bağlı olmaz. Öşür arazisi ürünlerinden veya memleket arazisi ürünlerinden bir kısmı, sahipleri tarafından ticaret maksatı olmaksızın ambarda saklanır da üzerinden bir yıl geçtikten sonra satılırsa, bedelleri olan paralar nisab miktarı olsa bile, bunlara Zekât vermek gerekmez. Çünkü Zekât, öşür ile veya kira bedeli ile birleşmez. Ancak satılıp alınan bedeller üzerinden bir yıl geçerse o zaman Zekât gerekir. Yine bu ürünlerin sahibine bir ay veya bir sene yiyecek olmak üzere yetecek miktardan fazlası nisab miktarına ulaşır da, ticaret niyeti ile saklanırsa, üzerinden bir sene geçince Zekâta bağlı olur.

Zekât Ödeme Yolları

Zekâta bağlı olan altın, gümüş, ekin, hayvanat ve ticaret mallarının Zekâtlarını bizzat kendilerinden vermek caiz olduğu gibi, bunların kıymetlerini vermek de caizdir. Burada mal sahipleri serbesttir. Kefaretlerde, nezirlerde ve fitrelerde de hüküm böyledir. Bu ibadetin vacip olmasındaki hikmet, fakirleri ihtiyaçtan kurtarmaktır. Bu hikmet ise, bu malların kıymetlerini vermekle de gerçekleşir. Bundan dolayı bir kimse, altının Zekâtı için gümüş, zahire veya kumaş verebilir. Saime olan hayvanlar için veya ticaret malları için de, nakden para verilebilir. Ancak burada fakirler için daha faydalı olan yönü seçmek iyidir. (İmam Şafiî’ye göre, üzerlerine Zekât gereken şeylerin aynen kendilerinden verilmesi lazım gelir. Kıymetleri verilmez.) Zekâtı gerektiren bir eşya veya alacak karşılığında diğer bir eşyayı Zekât vermek caiz olduğu gibi, bir borcu da ele geçirilemeyecek bir borç karşılığında fakire bağışlamak caizdir. Fakat bir borcu, bir malın veya ele geçirilecek bir borcun karşılığında Zekât olarak bağışlamak caiz değildir. Çünkü borç, maliyet bakımından maldan noksandır. Artık tam olan bir şey karşılığında noksan olan bir şey verilemez. Ele geçirilecek bir borç da, mal yerindedir.

Yine, bir fakirdeki alacağını o fakire tamamen bağışlasa, Zekâta niyet etmiş olsun olmasın, bu alacağın Zekâtını vermiş olur. Fakat bu alacağının bir kısmını bu fakire bağışlasa, yalnız bu bağışlanan kısmın Zekâtı verilmiş olur. Tahsil edeceği diğer paranın Zekâtı verilmiş olmaz. Yine, bir kimse bir fakirdeki alacağını, kendi elindeki bir malın Zekâtı için o fakire bağışlasa, bununla o malın Zekâtını vermiş olmaz. Yine, bir kimse bir fakirin üzerindeki alacağını diğer bir şahsın üzerindeki alacağının Zekâtı için o fakire bağışlasa, bununla o şahıstaki alacağının Zekâtını vermiş olamaz. Bir kimse, fakir olan borçlusunu borcundan kurtarmak ve kendisi de elindeki malların Zekâtını kısmen olsun ödemek isterse, borçlusuna borcu kadar nakit bir parayı Zekât niyeti ile verir. Borçlu da eline geçirdiği bu para ile borcunu alacaklısına öder. Zengin bir kimsenin üzerindeki bir borç, üzerinden bir sene geçtikten sonra o zengine bağışlansa, sahih olan görüşe göre, bu borcun Zekâtı düşmez. Bir kimse, bir adamdaki alacağını, elindeki bir malın Zekâtına saymak üzere, bir fakirin o parayı gidip almasına müsaade etse, bununla o Zekât fakirin eline geçmesiyle ödenmiş olur.

Toplanmış olan nisabları ayırmak caiz olmadığı gibi, ayrılmış nisabları toplamak da caiz değildir. Şöyle ki: Bir kimsenin seksen koyunu bulunsa, yalnız bir koyun Zekât vermesi gerekir. Yoksa koyunlar iki nisab miktarına ulaştığı için iki koyun Zekât vermek gerekmez. Fakat iki kişinin eşitlik üzere ortak seksen koyunu bulunsa, bunların iki koyun Zekât vermesi gerekir. Çünkü her ortağın nisab miktarı koyunu vardır. Bunlar toplanamaz. Bu koyunlar, yalnız bir kişinin malı imiş gibi sayılamaz. İki kişi arasında ortak olan kırk koyun veya yirmi miskal altın ise, Zekâta bağlı başka mallar bulunmayınca, Zekât gerekmez. Çünkü ortaklardan hiç biri nisab miktarına tek başına sahip değildir. İki ortaktan birinin hissesi nisab miktarına ulaştığı halde diğerininki ulaşmıyorsa, bu kimse Zekât vermez. Nisaba malik olan verir. Birisinin koyunları kırk, diğerinin koyunları yirmi tane bulunsa, birincisi bir koyun Zekât verir, ikincisi hiç vermez. Aynı şekilde, Zekât vermekle yükümlü olan bir kimse ile yükümlü olmayan arasında ortak olan mallar hakkında da hüküm böyledir. Yükümlü olan Zekâtını verir, yükümlü olmayan ortak ise, hissesi miktarına göre Zekâtını verir, diğerinin hissesinden Zekât gerekmez.

Nisab miktarında olan bir malın Zekât ı, daha sene dolmadan erkene alınarak verilebilir. Çünkü vücuba sebep olan nisab bulunmuştur. Sonradan ödenecek olan bir borcu öne alıp acele ödemek esasen sahihtir. Bu fakirler için yararlı olan bir iştir. Fakat nisab miktarında olmayan bir mal için, böyle Zekâtın yıl dolmadan önce verilmesi caiz değildir. Bu mal sonradan nisab miktarına ulaşmış olursa, o andan itibaren bir sene sonunda ayrıca Zekâtını vermek gerekir. Önceden verilmiş olan Zekât, bir sadaka yerine geçer. (İmam Malik’e göre, Zekât acele edilerek vaktinden önce verilemez, ibadetler de aynı şekilde, vakitlerinden önce yerine getirilemez. İmam Şafiî’ye göre, yalnız bir senelik Zekât önceden verilebilir. Daha fazla yıllar için önceden verilemez.) Nisab miktarındaki bir malın birkaç senelik Zekâtı birden verilebilir. Yıl sonunda bu miktar mevcut bulunmadıkça Zekâtları verilmiş olur. Bu miktar azalırsa, verilen fazla kısım sadaka yerine geçer. Bir kimsenin mesela, yüz lirası olduğu halde, önceden acele olarak iki yüz liralık Zekât verip de aynı yılda sahip olacağı diğer yüz liranın Zekâtına ve sahip olmadığı takdirde bu mevcut yüz liranın ertesi sene için olan Zekâtına sayılmasına niyet etse, bu niyeti caiz olur. Bir kimsenin mesela, bin lirası olduğu halde, iki bin lira sanarak ona göre Zekât verecek olsa, bu fazla verdiği Zekâtı ertesi senenin Zekâtına sayabilir.

Bir kimse, her ikisi de, ayrı ayrı nisab miktarında olan altın ve gümüşten ibaret mallarından yalnız birinin adına Zekâtını acele ederek önceden vermiş bulunsa, bu Zekât her ikisine sayılarak verilmiş olur. Çünkü bunlar, cinsleri bir sayılıp birbirine ilave edildiğinden böyle bir ayırım boşunadır. Onun için bunlardan biri, yıl içinde helak olsa, bu Zekât tamamen diğeri için sayılmış olur. Fakat hayvanlar hakkında böyle değildir. Bu cins hayvanların Zekâtını böyle acele olarak önceden vermek, diğerlerinin Zekâtına sayılamaz. Bir kimse, malının Zekâtından bir fakirin borcunu, fakirin izni ile ödeyecek olsa, Zekâtını vermiş olur. Fakat fakirin izni olmadan ödeyecek olsa, borç düşer; fakat Zekât verilmiş olmaz. Bir kimse, usul ve füruundan olmayan ve yalnız akrabalık yönünden nafakası üzerine düşen bir yetime, Zekât niyeti ile elbise yaptırsa veya bir yiyecek verse, Zekâtı yerine geçer. Fakat böyle bir yetimi kendi sofrasına alıp beraberce yedikleri yemeği Zekâtına saymak isterse, bu İmam Ebû Yusuf’a göre caiz olursa da, İmamı Azam ile İmam Muhammed’e göre caiz olmaz. Çünkü bu halde temlik bulunmaz.

Zekâtın, Zekâta ehil olan kimseye temlik edilmesi (mülkiyetine geçirilmesi) şarttır. Onun için fakirlere ikram olarak yedirilen yemek Zekât sayılmaz. Yine, bir hayır işine harcanan para Zekâta sayılamaz. Zekât parası ile hac yaptırılamaz. Yine Zekât parası ile ölülere kefen alınamaz veya borçları ödenemez. Fakat bir fakir, aldığı Zekât parasını kendi rızası ile bu gibi hayır yollarına harcasa, bundan hem o fakir, hem de ona Zekâtı vermiş olan şahıs sevab kazanmış olur. Yine, bir fakiri bir evde oturtmakla Zekâta saymak caiz olmaz. Çünkü bu bir temlik sayılmaz.

Zekâtın Verileceği Yerler

Zekât verilecek kimseler, Müslüman fakirler, miskinler, borçlular, yolcular, mükâtebler (sözleşmeli köleler), mücahitler ve amiller (Zekât toplayıcıları) olmak üzere yedi kısımdır. Şöyle ki:

  1. Fakir: İhtiyacından fazla olarak nisab miktarı bir mala sahip olmayan kimsedir. Bu kimsenin temel ihtiyaçlardan olan evi, ev eşyası ve borcuna denk parası bulunsa da, yine fakir sayılır.
  2. Miskin: Hiç bir şeye sahip olmayıp yemesi ve giymesi için dilenmeye muhtaç olan yoksul kimsedir.
  3. Borçlu: Bundan maksat, borcundan fazla nisab miktarı mala sahip olmayan veya kendisinin de başkasında malı varsa da, alması mümkün olmayan kimsedir. Böyle borçlu olan kimseye Zekât vermek, borcu olmayan fakire vermekten daha faziletlidir.
  4. Yolcu: Bundan maksat, malı memleketinde kalıp elinde bir şey bulunmayan garib kimsedir. Böyle bir adam yalnız ihtiyacı kadar Zekât alabilir, ihtiyaçtan fazla alması helal olmaz. Bununla beraber bu gibi kimselerin mümkün olunca borç almaları, Zekât almalarından daha iyidir. Kendi memleketinde bulunduğu halde malını kaybeden ve böylece muhtaç durumda kalan kimse de yolcu hükmündedir. Bunlar, sonradan mallarını ele geçirmekle, almış oldukları Zekât paralarından arta kalanı sadaka olarak fakirlere vermeleri gerekmez.
  5. Mükâteb: Bir bedel karşılığında azad edilmek üzere efendisi ile bir anlaşma yapmış olan köle veya cariye demektir. Böyle borç altına girmiş olan bir köleyi bir an önce hürriyetine kavuşturmak için ona Zekât verilebilir. Fakat bir kimse, kendi mükâtebine Zekât veremez. Çünkü bunun yararı kendisine dönmüş olur.
  6. Mücahid: Bundan maksat, Allah yolunda gönüllü olarak savaşa katılmak istediği halde, yiyecekten, silahtan ve diğer şeylerden mahrum olan kimse demektir. Böyle bir kimseye, ihtiyaçlarını gidermesi için Zekât verilebilir. Buna: “Fi sebilillah infak = Allah yolunda harcama” denir.
  7. Amil: Bundan maksat, idareci tarafından meydandaki Zekât mallarının Zekâtlarını toplamakla görevlendirilen kimsedir. Buna “Saî, tahsildar” da denir. Böyle bir görevliye, bu çalışması süresince, fakir olmasa bile, ailesinin ve kendisinin ihtiyaçları için yeterince Zekât verilebilir.

Yukarıda gösterilen yedi kısımdan her biri, Zekâtın verileceği yerdir. Bir kimse Zekâtını bunlardan herhangi birine verebileceği gibi, bir kısmına veya tümüne de dağıtabilir. Bununla beraber nisab miktarına ulaşmayan bir Zekâtın, bunlardan yalnız birine verilmesi daha faziletlidir. Çünkü bu ihtiyacı karşılamış bulunur. Bir fakire bir elden nisab miktarı Zekât vermek caiz ise de, keraheti vardır. Ancak fakirin borcu varsa veya kalabalık nüfusu olur da bu Zekâtı onlarla bölüştüğü zaman nisab miktarı kendilerine düşmezse, bunda kerahet yoktur. Bir fakir bir zenginden malının Zekâtını isteyerek mahkemede dava edemez. Çünkü Zekâtın o davacı şahsa verilmesi bir borç değildir. Aynı zamanda bu bir ibadet olduğundan sahibinin din anlayışına bırakılmıştır.

Kimlere Zekât Verilir, Kimlere Verilmez?

Bir kimse, kendi Zekâtını fakir bulunan zevcesine, usulüne (babasına, dedesine, anasına ninesine…) ve füruuna (çocuklarına, çocuklarının çocuklarına…) veremez. İddet beklemekte olan boşanmış zevcesine de veremez. Çünkü buna vereceği Zekâtın yararı kısmen de olsa kendisine ait bulunmuş olur. Oysa bu yarar, tamamen kendisinden kesilmiş bulunmalıdır. İmamı Azam’a göre, bir kadın da Zekâtını, fakir bulunan kocasına veremez. Çünkü adete göre, aralarında bir menfaat ortaklığı vardır, iki İmama göre, kadın fakir olan kocasına Zekâtını verebilir. Temel ihtiyaçlarından başka nisab miktarı bir mala sahip olana da Zekât verilemez; çünkü bu kimse zengin sayılır, ihtiyaçtan fazla olarak elde bulunan malın ticaret eşyası, nakit para gibi artan bir mal yahut ev ve ev eşyası gibi artmayan bir mal olması fark etmez.

Fakat zengin bir kimseye, nafile şeklinde olan bir sadakanın verilmesi caizdir. Bu yönü iledir ki, vakıfların sadaka kısmından sayılan gelirlerini vakfiye senedi gereğince, zengin kimselerin almaları da helal bulunmuştur. Bu bir bağış ve ikram yerindedir. Kendisine Zekât verilecek kimse, Zekâtı alma zamanında Zekât almaya ehil bulunmalıdır. Bu ehliyetin sonradan kaybolması, peşin verilen Zekâtın sıhhatine engel olmaz. Buna göre, bir malın Zekâtı daha sene dolmadan bir fakire verildikten sonra, sene henüz sona ermeden o fakir zengin olsa veya ölse, o malın Zekâtını yeniden vermek gerekmez ve böyle verilen Zekât da geri alınamaz. Çünkü verilmesinden beklenen sevap kazanılmıştır.

Bir kimse Zekâtını, zengin bir erkeğin (buluğa ermemiş) küçük çocuğuna veremez. Çünkü bu çocuk, babasının malı ile zengin sayılır. Fakat zengin bir kadının fakir ve yetim olan ve babası Müslüman olan çocuğuna Zekât verilebilir. Çünkü bu çocuğun nesebi, baba tarafından sabittir; anasının serveti ile zengin sayılmaz. Yine, bir kimse Zekâtını, zengin bir adamın fakir ve Müslüman olan babasına veya zengin bir adamın fakir ve Müslüman olan (buluğa ermiş) büyük çocuğuna veya o şahsın fakir ve Müslüman bulunan zevcesine verebilir. Çünkü bunlar birer şahıs olarak tasarrufa ehildirler, birbirlerinin serveti ile zengin sayılmazlar.

Zekât, Müslüman olmayanlara verilemez. Çünkü Zekât müslim olan fakirlerin hakkıdır. Bir Hadis-i şerifte: “Zekât ı, Müslümanların zenginlerinden alıp fakirlerine veriniz,” buyrulmuştur. Bunun için Müslüman olmayanlar Zekât vermekle yükümlü değillerdir. Bu ibadet, Müslümanlara ait dinî ve içtimaî (sosyal) bir görevdir. Bu göreve ortaklık etmeyenlerin bundan faydalanma hakları olamaz. Yalnız İmam Züfer, Zekâtın zimmîlere (İslam idaresi altındaki gayri müslimlere) de verilmesini caiz görmüştür. Çünkü Zekât tan maksat, bir ibadet yolu ile muhtaç kimseleri ihtiyaçtan kurtarmaktır. Bu maksat da, fakir zimmîlere Zekâtı vermekle elde edilir. Bununla beraber nafile sayılan sadakaların zimmîlere verilebileceğinde ittifak vardır. Zekâtı akrabaya vermek daha faziletlidir. Şöyle ki: Önce muhtaç olan erkek veya kız kardeşlere, sonra bunların çocuklarına, sonra amcalara, halalara, sonra bunların çocuklarına; sonra dayılara, teyzelere ve bunların çocuklarına, daha sonra akraba sayılan diğer yakınlara vermek daha faziletlidir. Bunlardan sonra da fakir komşulara ve meslek arkadaşlarına vermekte fazilet vardır. Zekâtı, malın bulunduğu yerdeki fakirlere vermelidir. Yıl sonunda başka memleketlerdeki fakirlere gönderilmesi mekruhtur. Ancak kendilerine Zekât gönderilecek kimseler, akraba iseler veya malın bulunduğu yerdeki fakirlerden daha muhtaç iseler, o zaman uzakta olan bu gibilere gönderilmesinde kerahet olmaz.

Bununla beraber Zekâtı, daha senesi dolmadan başka bir memlekete göndermekte bir sakınca yoktur. Bayramlarda ve diğer günlerde muhtaç olan hizmetçilere veya çocuklara veya müjde getiren fakir kimselere verilecek bahşişlerin Zekât niyeti ile verilmesi caizdir. Verilen bir Zekât, fakir tarafından veya fakir olan çocuğun ve mecnunun velisi veya vasisi tarafından alınmadıkça tamam olmaz. Fakir olan bir bunağın veya buluğa yaklaşmışın veya paranın kıymetini bilip aldanmayacak bir yaşta bulunan çocuğun Zekâtı alması yeterlidir.

Bir kimse Zekâtını vermek için araştırma yapıp Zekâta ehil olduğunu anladığı bir adama Zekâtını verir de, gerçekten o adamın Zekâta ehil olduğu meydana çıkarsa, ittifakla bu Zekât caiz olur. Aksine durumu anlaşılamaz veya zengin olduğu sonradan meydana çıkarsa, İmamı Azam ile İmam Muhammed’e göre, yine Zekât geçerli olur. Fakat araştırma yapmaksızın ve Zekâta ehil olup olmadığını hiç düşünmeden Zekât verilecek olsa, geçerli olursa da, Zekâta ehil olmadığı sonradan meydana çıkarsa, yeniden Zekâtı vermek gerekir. Çünkü araştırma işinde noksanlık yapılmıştır. Zekâta ehil olup olmadığında şüphe edilen bir kimseye araştırma yapmaksızın verilen Zekât, geçerli olmamak tehlikesindedir. Eğer sonradan o kimsenin fakir olduğu meydana çıkmış olursa, Zekât yerini bulmuş olur, değilse olmaz.

Bekar Kızın Çeyizine Zekât Düşer mi?

Bekar kızın çeyizine Zekât düşmez. Zira çeyiz adı verilen bu eşya ticaret için alınmamıştır.

Fakire Zekât Verirken Zekât Olduğunu Söylemek Şart mı?

Fakirin aldığı paranın Zekât olduğunu mutlaka bildirmesi şart değildir. Hatta zengin Zekât niyetiyle fakire para verirken bu sana hediyedir., hibedir, sana borcumdur dese de Zekât sahih olur. Dolayısıyla Zekât verirken “bu Zekâttır” diyerek fakirin yüzünü kızartmak hiç doğru bir şey değildir.