Etiket: Roma

Mantarlar

Mantarlar (Fungi), çok hücreli ve tek hücreli olabilen ökaryotik canlıları kapsayan bir canlılar alemi ve şapkalı mantarların tümüne halk arasında verilen genel addır. Halk arasında Küf mantarı, Pas mantarı, Rastık mantarı, Maya mantarı, Mildiyö mantarı, Şapkalı mantarlar, kav mantarı, Puf mantarı gibi çeşitli isimlerle anılan bütün mantarlar, mantarlar (Fungi) alemi içersinde incelenirler. Latince Fungi mantarlar, Fungus ise mantar anlamındadır. Dünyanın heryerinde bulunurlar. Fazla nemli yerlerde daha çokturlar. Yeryüzünde 1,5 milyon kadar mantar türü olduğu düşünülmekte ise de günümüzde sadece 69.000 kadar türü tanımlanmıştır. Çoğu insan, mantarların bitki olduğunu düşünmektedir, ancak mantarlar bitki değildir. Çünkü mantarlar kendi besinlerini üretemezler.

Bulundukları yaşam ortamındaki diğer canlılara uygun olarak genetik farklılıklar gösteren mantarların bu özellikleri, hayat zincirinin devamı için çok önemlidir. Meselâ hemen hemen bütün bitkilerin, organik besinlerle beslenen mantar ve kökmantarları ile ortak bir hayatları vardır. Ve zannettiğimiz gibi mantarlar ağaçların suyunu emen basit birer asalak değillerdir.

Mantar

Kök mantarları, çimen çalı ve ağaçların köklerini sarıp içlerine nüfuz eder. Böylece su emme bölgesini yüzlerce kat genişletirler. Böylelikle bitkinin su aramasına katkıda bulunmuş olurlar. Bu aynı zamanda toprağın su tutma kapasitesini de artırır. Üstelik bu yardımlaşma bitkilerdeki hastalıkların da önüne geçer. Mantarların ormanlardaki diğer organizmalarla olan bu ilişkileri, daha yeni yeni anlaşılmaya başlanmıştır. Bugün kesin olarak bildiğimiz şey, mantarların kompleks bir yapı sergilediği ormanların, sağlıklı bir ortama sahip olduğudur. Yani mantarlar, yaşadıkları bölgenin sağlık göstergeleridir.

Araştırmacılara göre bugün, Avrupa’da kökmantarların yaklaşık %50’si kaybolmuştur. Bu veri, ekolojik bir felâketin habercisidir. Çünkü mantarların kaybolması ile çeşitli hastalıklar ormanları tehdit etmeye başlamıştır. Bu durum böceklerden, kuşlara ve memelilere kadar tüm canlı türlerini tehdit etmektedir.

Mantarların azalmasıyla birlikte nem oranı düşmekte, açığa çıkan toprak, rüzgarla dağılmakta ve çölleşme başlamaktadır. Böylece ekosistemin taşıma kapasitesi zayıflamakta ve insan nüfusu dahil tüm baskı unsurları karşısında, çevrenin direnci kırılmaktadır.

Dünyada insanların doğuşuyla birlikte, insanlar tabiatta hazır buldukları yiyeceklerle zorunlu olarak ilgilenmişlerdir. Şüphesiz ki ilk insanların yenen ve zehirliler konusunda bilgileri yoktu. Elde ettikleri bilgileri hayatlarını kaybetmek pahasına öğrenmişlerdir. Bu öğrenme ancak yerleşme yerleri çevresinde, dar bir alanda kalmıştır.

Mantar

İlk yazılı belgeler, M.S. 79 yıllarında yaşamış olan Plinius tarafından kaleme alınmıştır. Yazarın belirttiğine göre; Roma Kralı Neron’un oğlu, annesi, muhafız alayı komutanı ve arkadaşları mantar zehirlenmesinden hayatlarını kaybetmişlerdir. Tarihi bilgilere göre, Buda dininin kurucusu Siddhaerta Gotama, 1534 yılında Papa Klemens VII, 1740 yılında Bavyere Kralı Karl VII, bunlardan başka Fördere Mozarts kendisi, karısı, çocukları ve arkadaşları ile birlikte bilmeyerek yedikleri zehirli mantarlardan hayatlarını kaybetmişlerdir.

Antik çağlardan beri varlığı bilinen mantarlara insanların ilgisi günümüzde de devam etmektedir. Eski Çin, Mısır, Roma ve Yunan uygarlıklarında mantarların gerek besin olarak gerekse ilaç yapımında kullanıldıkları bilinmektedir. Aztek ve Maya’ların günümüze kadar ulaşan eserlerinde mantar figürlerine oldukça sık rastlanmaktadır. Amerikan yerlilerinin zehirli bir tür olan Amanita muscaria Pers dini ayinlerinde keyif verici olarak kullanmaları oldukça şaşırtıcıdır. İngiliz arkeoloji kayıtlarına göre puf mantarları ile kav mantarının yaklaşık 2000 yıl önce kanamaları durdurmak amacı ile kullanıldığı anlaşılmaktadır. Eskiden sadece doğadan toplanıp tüketilen mantarlar, ilk defa 16. yüzyılda Fransa’da kültüre alınmıştır. Daha sonra bu alanda yapılan çalışmalar gelişerek devam etmiş ve günümüzde özellikle gelişmiş ülkelerde önemli bir sanayi kolu haline gelmiştir. Türkiye’de kültür mantarı üretimi ile ilgili ilk çalışmalar 1960′ların ilk yıllarında başlamış, daha sonraki yıllarda mantar tüketim alışkanlığının artmasıyla mantar yetiştiricilerinin sayısı da artmıştır. Bu nedenle gıda ihtiyacının karşılanması ve ekonomik olması sebebiyle kültür mantarı yetiştiriciliği dünyada olduğu gibi ülkemizde de hızla artmaktadır. Makromantarlar diğer özelliklerinin yanında çok uzun zamandan beri insanlar tarafından kullanılan doğal kaynaklardan biridir. Tarih boyunca birçok hastalığın tedavisinde mantarlardan hazırlanmış ilaçlar kullanılmıştır. Günümüzde makroskobik mantarların birçok konuda tıbbi etkiye sahip oldukları bilinmektedir. Makromantarlar antibiyotik, antibakteriyal, antifungal, antiviral, antiprotozoal etkilerinin yanı sıra bağışıklık sistemi düzenleyici, karaciğer koruyucu, kollesterol önleyici, diyabet önleyici etki gösterirler.

Mantarlar, klorofilsiz, heteretrof, ipliksi yapıda, spor oluşturan, parazit, saprofit ve simbiyoz olarak yaşayan ökaryotik organizmalardır. Doğada geniş yayılım gösteren bu canlılar ekosistemdeki enerji döngülerinin genel düzenleyicisi olarak bulunurlar. Bazı mantarlar otsu ve odunsu bitkilerin su temin etmelerine, ölü organik maddelerin parçalanmasına yardımcı olurken, bazıları bitki ve hayvanlar üzerinde parazit olarak yaşamaları sonucunda önemli ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Bazı türleri ise alglerle ortak bir yaşam içine girerek Liken adı verilen organizmaların yapısına katılırlar. Mantarlar bu özelliklerinin yanında maddelerin biyolojik dönüşümünde, özellikle mineralleşme ve humuslaşmada önemli rol oynarlar. Mantarlar zehirli maddeler üretmeleri yanında, bünyelerinde ağır metal biriktirmeleri ile de önem taşırlar. Bu maddeler bakır, cıva, çinko, gümüş, kadmiyum, kobalt, kurşun, mangan, molibden, nikel, selenyum, sezyum, stronsiyum, talyum, uranyum şeklinde verilebilir. Mantarlar bünyelerinde biriktirdikleri ağır metal nedeniyle kirlilik indikatörü olarak da kullanılırlar.

Mantarların vejetatif yapısı silindirik tüpsü iplikçiklerden meydana gelmiştir. Bu tüpsü iplikçiklerin her birine hif adı verilir. Hifler bir araya gelerek ağ şeklinde bir yapı oluştururlar. Buna miselyum denir. Miselyumlardan mantarın esas vejetatif yapısı olan tallus meydana gelir. Mantarların çeper yapıları çoğunlukla kitin içerir. Bazı mantarlarda ise selülozdur. Birçok mantarda çeper yapısı saf kitin selüloz değildir. Bu ana çeper maddelerine tür ve hifin yapısına bağlı olarak lignin, kalloz ve diğer bazı organik maddeler girebilir. Hücrelerinde bir veya daha fazla sayıda çekirdek ve her çekirdek içinde mutlaka bir çekirdekçik bulunur. Nükleus içinde 2-8 arası kromozom bulunur.

Mantarlar klorofilsiz ve genel olarak renksizdirler. Fakat bazı türlerin özellikle çeperlerinde melanin maddesinin birikmesiyle koyu bir renk ortaya çıkar. Yedek besin maddesi olarak glikojen, yağ ve bazen de mannitol depo eder, nişasta bulunmaz.

Mantarlar hem eşeysiz hem de eşeyli olarak ürerler. Eşeysiz üreme çeşitli sporlarla meydana gelir. Suda yaşayanlarda kamçılı ve çıplak zoosporlar vasıtasıyla, karada yaşayanlarda ise sporangium (kapalı keseler) adı verilen spor keseleri içinde oluşan endospor veya hiflerin ucunda oluşan ekzosporlar ile üreme sağlanır. Eşeyli üreme ise izogami (birleşen gametlerin morfolojik yapıları aynı, fizyolojik özellikleri farklı), anizogami (gametler kamçılı biri büyük, diğeri küçük), oogami (gametlerden biri büyük ve kamçısız, diğeri küçük ve kamçılı), gametangiogami ve somatogami ile gerçekleşir.

Mantar

Mantar Zehirlenmesi Nedir?

Bazı şapkalı mantarların içerdiği zehirliği bileşiklerin neden olduğu hastalık belirtileri “mantar zehirlenmesi” ya da “misetismus” olarak tanımlanır. Zehirli olduğu belirlenen mantarlar zehir etkisi gösteren bazı bileşikleri ihtiva ederler. Bunlar; Amanitin, Alloviroidin, Crustilinol, Dermocybin, Gyromitrin, İbotenik asit, İlludin, İnvolitin, Koprin, Muscarin, Muscimol, Muscozone, Naemotolin, Orellanin, Phalloidin, Phallisin, Pistillarin, Virodin, Xerocomik asit vb. Belirtilerin şiddeti yenen mantar miktarına göre değişiklik gösterir. Mantarı yedikten sonra ilk belirtilerin görülmesine kadar geçen süreye latent dönem denir. Lamelli (gilli) şapkalı mantarlardan şimdiye kadar yaklaşık olarak 4000 tür tespit edilmiş ve ancak bunlardan 30 veya 40′ının zehirli olduğu anlaşılmıştır. Zehirli olanların zehirli olduklarına dair yüzeylerinde herhangi bir işaret yoktur.

Mantar Zehirlenmelerinde Nasıl Davranılır?

Hasta ilk imkânda hemen doktora gösterilmelidir. Doktor gelmeden önce, küçük dile dokunmakla veya içinde tuz eritilmiş ılık su, tuzlu yağsız ayran veya başka bir kusturucu içirmekle hasta kusturulmaya çalışılmalıdır. Mide ve karın ağrıları sıcak bir şeyle bastırmak suretiyle teskin edilebilir. Eğer hasta ateşli ise, alnına ve beline bir buz kompresi konulmalıdır. Kalp faaliyeti (eğer ihtiyaç varsa), kuvvetli koyu kahve ile veya tuzlar koklatarak tahrik edilmelidir. Eğer hasta baygın ise, şuursuz ise, yüzüne soğuk su serpmeli veya amonyak buharı teneffüs ettirilmelidir. Ayıltmak için asla hiçbir alkollü içki kullanılmamalıdır. Nihayet, laboratuar muayenesi için mide kusmukları muhafaza etmek esastır, çünkü bunlara dayanarak daha sonraki tıbbi müdahale tayin edilecektir.

Halk arasında zehirli ve yenen mantarların birbirinden ayrılmasını sağladığı ileri sürülen aşağıdaki inanışların hiçbir bilimsel değeri yoktur.

  • Mantar koparılınca zehirli ise iç kısmının rengi hemen mavileşir.
  • Mantar gümüş bir kaşık veya para ile kaynatıldığında, mantar zehirli ise gümüş kararır.
  • Zehirli mantarları salyangozlar yemezler.
  • Hoş kokulu ve lezzetli olan ve şapkasından bir parça koparıldığında iç kısmının rengi değişmeyen mantarlar tehlikesizdir.
  • Çayırlarda yetişen mantar türleri zehirsizdir.
  • Ağaçlar üzerinde yetişen mantarlar zehirsizdir.
  • Tuzlu veya sirkeli suda kaynatmak mantarın zehirliliğini ortadan kaldırır. Zehirli veya yenen mantarlar ayrı ayrı topraklarda yetişir.
  • Kurutulmuş mantar zehirli değildir.
  • Pişirmek mantarın zehirliliğini ortadan kaldırır.
  • Mantarı yoğurt ile birlikte yemek zehirlemeyi önler.
  • Canlı odunda gelişen mantarlar zehirsiz, ölü odundakiler zehirlidir.
  • İlkbaharda çıkan mantarlar yenilebilir.
  • Yanında paslı demir parçaları bulunan mantarlar zehirlidir.
  • Kırıldığı veya ezildiği zaman süt gibi sıvı akıtan mantarlar zehirlidir.
  • Yüzeyi yapışkan olan mantar türleri zehirlidir.

Mantarlar asıl olarak üç gruba ayrılır.

  1. Yenen mantarlar doğada kendiliğinden yetişen mantarlardır. 2000-3000 civarında türü vardır. İnsanlar, yene mantarların biyolojik özellikleri ile yetişme yerlerinin özelliklerini tespit ederek tabiat şartlarını temin etmek suretiyle mantarları yetiştirmeleriyle kültür mantarcılığı ortaya çıkmıştır.
  2. Zehirli mantarlar doğada kendiliğinden yetişen mantarlar olup, bilmeyerek yenildiğinde insanı, zehirleme yolu ile hastalandıran, daha ileri safhalarda insanı öldürebilen mantarlardandır. Bunlar sayı olarak 70 kadar türe sahip olup, bunların içinde 10 türü gerekli tedavi olmazsa öldürür. Diğer türleri zehirler fakat ölüm meydana getirmez.
  3. Yenmez mantarlar doğada çok sık rastlanan bu mantarların 1500-2000 kadar türü vardır. Bu mantarlar görünüşü, sertliği, rengi, kokusu ve iyi bir gıda değeri olmadığı için yenmez olarak tanımlanmıştır. Bu mantarlar yemeklik olarak kullanıldığında hazımsızlık gibi rahatsızlıklar verir, fakat insanı zehirlemezler.

Mantar

Tedavide Mantarlar

Mantarların, yaşam alanlarının sağlık göstergesi olduğunu belirtmiştik. Şimdi ise bozulan ekosistemin yeniden eski sıhhatine kavuşturulmasında, mantarların ne gibi bir katkılarının söz konusu olduğuna bakalım:

Washington’daki Battelle laboratuarları; bilimi, çevre sağlığını geliştirmek için, kâr amacı gözetmeden kullanan bir kuruluştur. ABD ve diğer ülkeler, zehirli atıklardan kurtulmak için çeşitli çözüm yolları araştıran bu kuruluştan yararlanmaktadırlar.

Dr. Jack Word tarafından bir kaç yıldır sürdürmekte olduğu deneyler sonunda oldukça ilginç şeyler keşfetti. İlk yaptığı çalışmalar, istiridye mantarlarının ağır petrolü parçalayabildiklerini ve zehirli ve inatçı polycyclic aromatic hydrocarbons (PHA)’ın %97’sinden fazlasını ve alkanilerin %80′inden fazlasını ayrıştırabildiklerini göstermiştir.

Burada yapılan bir deneyde, içine dizel yağı, motor yağı, benzin ve diğer petrol ürünleri ile karıştırılmış bir toprak yığınına canlı istiridye mantarlarına ait sporlar katıldı. Dört hafta sonra toprak tabakası üzerindeki örtü kaldırıldı. Yığından mantarlar fışkırmaktaydı. Her biri 30 cm. çapında olan istiridye mantarları, toprak yüzeyi bir baştan bir başa kaplamıştı. Mantarlar test edildiğinde bünyelerinde her hangi bir petrol ürünü taşımadıkları anlaşıldı. Sekiz hafta sonra mantarlar çürüdü. Bu sefer çok daha şaşırtıcı bir durum ortaya çıktı. Çürüyen mantarlar, sinekleri etraflarına toplamaya başladılar. Çünkü mantar sinekleri, çürümüş mantarları bulur ve sporları midelerine doldurarak başka yerlerlere taşıyarak yayılmalarını sağlarlar. Sineklerin ardından bölgeye bir sürü böcek akın etti. Ve en sonunda da kuşlar geldi. Tabii kuşlar, toprak üzerine bir yığın bitki tohum bıraktılar. Kısa bir zaman sonra bu petrol atıklarıyla kirli toprak alan, bilim adamlarının şaşkın bakışları arasında her yerinden hayat fışkıran küçük bir vahaya dönüştü.

12 hafta kadar sonra bütün petrol atıkları mantarlaşma ile temizlendi ve toprak içindeki kompleks topluluk gelişerek daha da verimli bir bölgeye dönüştü. Son olarak toprak yeniden test edildi ve tamamen zehirden arınmış olduğu görüldü.

Bir başka araştırma sonucuna göre ise bazı mantar türlerinin, bileşenlerinin başka bir şekilde tahrip edilmesi çok zor olan biyolojik ve kimyasal silahlardaki maddelerin imha edilmesinde kullanılabileceği sonucuna varıldı. Meselâ 1. Körfez Savaşı sırasında kullanılan sinir gazı türü olan sarin ve soman bu yolla imha edilebiliyordu.

Her ne kadar mantarların sadece birkaç türünü incelemiş olsak ta, gezegenimizin en eski sakinleri olarak yaradılışlarındaki adaptasyon kabiliyeti sebebiyle milyonlarca senedir nesillerini devam ettirmiştir. Bu adaptasyon mekanizması, hızlı değişen çevrede ekolojik denge ve dayanma kuvveti için temel teşkil eder.

Biz insanlara düşen, mantarları, yaratılmış hiç bir canlı varlığa yapmamamız gerektiği gibi, küçümsememek, gereksiz görmemek ve ilkel ya da az gelişmiş gibi isimlendirmelerle etiketleyerek, canlılar âleminin bir basamağına tıkıştırmak yerine, onlardaki harikûlade yaratılış mucizelerini araştırmaktır. Böylece, yeryüzünde bizler için yaratılmış hizmetkârları tanıyıp, onlardan faydalanmanın yollarını bulabiliriz. Kim bilir daha vazifesinden haberdar olmadığımız nice varlık, mantarlar gibi, yeryüzünün ormanlarını korurken, bu gezegendeki geleceğimizi de muhafaza etmek için çalıştırılmaktadırlar.

Çin Tırtıl Mantarı

Tiens Kordiseps (Cordyceps Sinensis) olarak bilinen Çin tırtıl mantarıdır. Sadece Çin’in Tibet, Siçuan, Yunnan, Tsinhay gibi platolarında bulunan otluk ve bataklıklarda yaşayan bir tür yerel canlıdır.

Tırtıl mantarının büyümesi gerçekten şaşırtıcıdır. Bu mantar kışın bir böcek (larva formunda) kış uykusuna yattığı zaman onun dolaşım sistemine girer. Mantarın iplikçikleri larvada besin alımı sonrası o kadar hızlı bir şekilde büyümektedir ki en sonunda her şeyi kaplayan bir kabuk oluşturur. Daha sonra tırtıl bu yüzden ölmekte ve kabuğu bir kozaya dönüşmektedir. Sonraki sene yaz mevsimi geldiğinde kurtçuğun üst kısmı yerden dışarı çıkar ve bir ota dönüşür. Bu bitki kısmından Cordyceps elde edilmektedir.

Çin tırtıl mantarı, deniz seviyesinden 3500 m yükseklikte yaşadığı için çok dayanıklı bir yapıya sahiptir. Hayatta kalmak için yalnızca o platolarda bulunan Polygonum aviculare L, Astragalus ve Ophiopogon ağaçlarının kökleriyle beslenmektedir. Toprak altında geçen 2 senelik gelişim süreci sırasında uzun bir süre açlık, soğuk ve oksijen eksikliği yaşamaktadır. Mantarın gövdesi, besin maddeleri açısından ve biyolojik bileşim açısından o platolarda yetişen bitkiler kadar zengindir.

Geleneksel Çin Tıbbında ginseng ve tüylü geyik boynuzu ile birlikte en önemli 3 güçlü ilaç arasında yer almaktadır. Bu mantar Çin’de sağlığı korumak amacıyla 1200 seneden bu yana kullanılmaktadır. Çok eski zamanlarda Çinliler bu mantarı “tanrının lütfü”, bir tılsım olarak kabul etmişlerdir. Bu güne kadar geçen süre içinde Çin tırtıl mantarı birçok hastalık için yeri doldurulmaz bir çare olduğunu ispatlamıştır. Tianshi Şirketi, yürüttüğü bilimsel araştırmalarda, en son teknolojiyi birleştirerek, bünyesi zayıf insanlar için özel olarak ürettiği biyoaktif doğal besin takviyesi “Kordiseps” kapsülleri sizlere gururla sunar.

Profilaksi için kordiseps kullanım alanları: Bağışıklık sisteminin düzenlenmesi için kullanılan çok yüksek etkili bir çaredir. Düzenleme eğilimi 2 yoldan oluşmaktadır: Hem bağışıklığı güçlendirebilir, hem de bazı insanlarda bulunan fazla bağışıklık gücünü azaltır. Doğal bir antibiyotiktir. Kordiseps birçok patojenik bakteriye karşı antibakteriyel etki yaratabilir. Pnömokok, streptokok ve stafilakok aureus bunlara dahildir.

Antifilojistik etkisi: Kordisepsin bu niteliği hidrokortizondan 3 kat daha yüksektir. Ölçülü bir şekilde kan damarlarını genişleterek kalp ve akciğerdeki kan dolaşımını yoğunlaştırır. Kordiseps, koroner damardaki kan dolaşımını düzenlendiği için, damarda tıkanıklık yaratan pıhtının oluşmasını engelleyebilir.

Kordiseps, yorgunluğa karşı direnci arttırabilir, oksijen açlığına karşı dayanıklılık sağlar ve kandaki lipid seviyesini azaltabilir. Sinir sistemini rahatlatır. Ayrıca hücrelerin antioksidan yeteneğini arttırabilirle gibi farmakolojik özellikler taşımaktadır.

Yukarıda bahsettiğimiz bütün farmakolojik etkileri, kordisepsin birçok hastalığın tedavisinde kullanımı için bilimsel bir temel oluşturmaktadır. Çeşitli laboratuvar araştırmalarından ve hastane gözetimlerinden sonra kordisepsin üç önemli özelliği vurgulanmaktadır.

  • Çok geniş amaçlı kullanım kapasitesi
  • Hastalık tedavisini destekleyerek
  • Çok daha etkili sonuçlar alınması
  • Toksin içermemesi ve hiçbir yan etkisinin bulunmamasıdır.

Kordisepsin Gösterdiği İyileştirici Etkiler

Solunum yolları rahatsızlıkları: öksürük, nefes darlığı, nefes yetmezliği, terleme, akciğer zayıflığından kaynaklanan halsizlik, bitkinlik vb. Bu ürünü kullanarak rahatsızlıkların giderilmesine ve zatürree, astım, amfizem gibi hastalıkların tedavisinde hızlı bir iyileştirici etkiye sahip olduğunu göreceksiniz ve çok iyi bir sonuca ulaşırsınız.

Böbrek hastalıkları: Modern tıp tarafından kordisepsin böbreklerdeki metabolizmayı iyileştirdiği kanıtlanmıştır. Kordisepsin iyileştirici etkileri, böbrek hücrelerinin tüm fonksiyonlarının daha hızlı gerçekleştirilmesi idrardaki toksinlerin ekskresyonu gerçekleşmektedir. İlaç tedavilerinin böbrek dokularına ve kanallarına verdiği patolojik hasarlar, kordiseps tarafından onarılmaktadır. Böbreklerin yeniden enfeksiyon kapmasını ve hiperfosforemiyi önler. Böbrek ve akciğer hastalıklarında görülen bel ve ayak ağrıları, emisyon ve sık idrara çıkma sorunlarının giderilmesi açısından kordiseps çok iyi sonuçlar verebilmektedir.

Kalp damarları hastalıkları: Kordiseps, koroner damarlardaki kan dolaşımını sürekli belli bir hacim ve hızda tutma ve kandaki kalsiyum ve fosfor dengesini sağlama konusunda çok etkilidir. Koroner hastalıkların sürekli tedavisinde çok değerli bir ilaç olan kordiseps, koroner damarlardaki kolajen türemesi, trombositlerin oluşum ve gelişimini durdurma konusunda da çok iyi bir etki göstermektedir. İnhibisyon kat sayısı %13.3 ila %48.5′e ulaşmaktadır.

Hepatit ve karaciğer sirozu: Kordiseps karaciğerin tüm fonksiyonlarını doğrudan iyileştirme gücüne sahiptir. Şu anda Çin’de karaciğer sirozu tedavisinde kullanılan en iyi çaredir. İthal edilen enterferans ilaçlar sarı ırktaki insanlar için çok büyük etkiye sahip değildir ve ayrıca kordiseps içeren ürünlerle karşılaştırıldığında, fiyatının çok daha yüksek olduğu görülmektedir.

Kan hastalıkları: Kandaki trombositlerin normal sayıda bulunmasına rağmen vücutta çeşitli kanamaların meydana gelmesi (protopati atrombositopenik purpura) destek tedavisinde çok açık yararı görülmektedir. Lösemi hastalığının tedavisinde kordiseps ile yapılan destek tedavisi, belli bir etki göstererek löseminin, kan kanserine dönüşmesini önlemektedir.

Kanser hastalıkları: Kordisepsin geniş kapsamlı farmakolojik özellikleri insan vücudunda karaciğer, böbrek, kan damarları ve solunum organları gibi en önemli organlar üzerinde yenileme etkisi gösterdiği için, tedavide bu ürün kanserin son aşamasında dahi iyileştirici etkiler göstermektedir. Yukarıda belirtmiş olduğumuz üzere kordiseps, önemli organlardaki kötü huylu tümörlerin hücre merkezlerine doğrudan müdahale ederek hasta organın iyileşmesine yardımcı olmaktadır. Bu etkinin yanı sıra kordiseps lökosit faaliyetlerini arttırarak kimya terapisinin daha etkili olmasını sağlar. İyi huylu beyin tümörü olan hastaların sürekli tedavisinde kordiseps kusursuz bir çaredir.

Antitoksin faaliyetleri: Kordiseps toksin içermeyen, tamamen doğal bir madde olmasının yanı sıra, metabolizmayı iyileştirerek karaciğer, böbrek, akciğer gibi organların hücre yenilenmesine ve tüm vücudun toksinler ve ilaç kalıntılarından arındırılmasına yardımcı olmaktadır.

Günlük Hayatta Kordisepsin Genel Sağlık Kazandırıcı Etkileri

Kordiseps “güçlendirme ve yeniden oluşturma” etkisine sahip mükemmel bir üründür. Hastalıkları iyileştirmek ve insanı hastalıklardan korumak için kusursuz bir üründür. “Tianshi Kordiseps Kapsülleri” doğuda bulunan kordisepsin doğal miselininden üretilmektedir. Modern teknoloji kullanılarak elde edilen kordiseps özlerinin mayalanma süresi tamamlandıktan sonra elde edilen kıvam toz haline getirilerek yumuşak kapsüllere doldurulur. Kordiseps, insanın bağışıklık sistemini güçlendirip, vücudun dayanıklılık gücünü arttırarak, kanser hücrelerini ve özellikle tümör türlerini yenmektedir. Bu ürün, hormonlar ve benzer uyarıcı maddeler içermemektedir. Bünyesi zayıf olan, bağışıklığı alt seviyede olan, çabuk yorulan, obezite ve kanser hastalıkları olan insanlar için mükemmel bir üründür.

İstanbul’un Fethi

İstanbul, Asya ile Avrupa kıtaları arasında yer alan doğal güzellikleriyle ünlü bir kenttir. Tarihi M.Ö. yedinci yüzyıla kadar uzanır. Şehir, M.Ö. 657 yılında Megaralılar tarafından kurulmuştur. Devletin Byzas adlı komutanının adından dolayı şehre, Byzantion adı verilmişi. M.Ö. altıncı yüzyılda Perelerin eline geçen Byzantion için, Atinalılar ve Ispartalılar da savaşmış. M.Ö. dördüncü yüzyılda İskender tarafından fethedilen şehir M.Ö. üçüncü yüzyılda Roma İmparatorluğu tarafından alınmış. M.Ö. 330 yılında İmparatorluğun başkenti olan Byzantion’a, bu kez de Konstantinapolis adı verilir. M.Ö. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye ayrılınca Konstantinapolis, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olur.

Stratejik önemi ve tabi güzellikleriyle herkesin dikkatini çeken şehir, Gotlar, Ostrogotlar ve Bulgarlar tarafından defalarca kuşatıldı, fakat alınamadı. Bu yoğun saldırılar üzerine, İmparator Anastasiyanus, Silivri’den başlayarak Karadeniz’e kadar uzayan surları yaptırdı. Buna karşın saldırılar devam etti. M.S. 7. ve 8. yüzyıllarda Araplar tarafından da kuşatıldı. Fakat bu kuşatmalar da sonuçsuz kaldı.

Fetih

1203 yılında Haçlı orduları tarafından zapt edilerek 1261 yılına kadar Haçlıların elinde kaldı. Bu tarihten sonra tekrar Bizanslıların eline geçti.

1299 yılında kurulan Osmanlı Devleti, yavaş yavaş büyüyerek gelişti. Anadolu ve Rumeli’de genişlemeye devam etti. Anadolu ve Rumeli’deki topraklarımızın arasında kalan Bizans, mutlaka alınmalıydı. Bu amaçla şehir, Osmanlılar tarafından birkaç defa kuşatıldı. Ama alınamadı.

İstanbul’un Fethi ya da Avrupa kaynaklarına göre Konstantinopolis’in Düşüşü, Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı İmparatorluğu’nun Bizans’ın başkenti Konstantinopolis’i kuşatmasının ardından gerçekleşmiş bir fetihtir. Bizans İmparatorluğu ordusunun başında bulunan isim ise XI. Konstantin Palaiologos idi. Kuşatma Osmanlı’nın kesin zaferiyle son bulmuş ve Jülyen takvimine göre 5 Nisan 1453 tarihinden 29 Mayıs 1453′e kadar sürmüştür. Bu Fetih önceden yaklaşık 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu’nun siyasal bağımsızlığının ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Fetih

Fatih Sultan Mehmed Osmanlı tahtına geçmesinin ardından İstanbul’a ve Çanakkale Boğazı çevresindeki Bizans kalelerine sürekli baskı yapmıştır. 5 Nisan’da İstanbul’un fetih harekatını başlatmak üzere sayısı 80,000 ila 200,000 arası değişen bir orduyla İstanbul’a hareket etmiştir. Şehir 2,000′i yabancı olmak üzere toplamda 7,000 kişilik bir orduyla savunulmuştur. Kuşatma bir kısım Osmanlı kuvvetlerinin çevrede kalan Bizans kalelerini ele geçirirken ağır Osmanlı toplarının da İstanbul surlarına ateş etmesiyle başlamıştır. Bizans’ın Haliç’e zincir germesiyle Osmanlılar başta şehre girememişler bu yüzden şehri tamamen abluka altına almaya çalışmışlardır ayrıca şehre Fatih Sultan Mehmet’in bizzat gözleri önünde Avrupa’dan yardım gemileri gelmiştir. Fatih bu olaya sinirlenerek atını denize sürmüştür. Fatih bunların üzerine gemileri Haliç’e karadan yağlı kazıkların üzerinde yürütmüştür ve Bizans Osmanlı gemilerini yanan gemileriyle yok etmeye çalışsa da başarılı olamamıştır.

Fetih

Fetih

Fetih

Türklerin surlara ilk saldırıları Bizanslılara ağır kayıplar verdirmiştir ve Türklerin surların altına kazdığı lağımlar Bizanslılar tarafından yok edilmiş böylece Türkler bu plandan vazgeçmişlerdir. 22 Mayıs’ta, ay tutulması daha günler önceden İstanbul’un fethedileceğini müjdelemiştir. Birkaç gün sonra Bizans, Venedik’ten yardım gemilerinin gelmeyeceğini haber almıştır. 29 Mayıs 1453 Gecesi Osmanlı ordusu surlara taarruz etmiştir. İlk düzensiz saldırılar püskürtülmüştür. Anadolu’dan oluşturulan birliklerle yapılan ikinci Türk saldırısıyla surların Eyüp bölümüne yarıklar açmaya çalışılmıştır. Bizans’ın savunma askerleri Anadolulu akınlarını geri püskürtmüştür ve Fatih Sultan Mehmet’in seçkin Yeniçerilerine karşı direnmeye çalışmışlardır. Savaş sırasında, Ceneviz Komutanı Giovanni Giustiniani fena biçimde yaralanmış ve adamlarıyla birlikte gemilerine doğru geri çekilmişlerdir.

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

İstanbul’un Önemi

İstanbul, bölgede önemli bir siyasi güç olan Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti olmasının yanı sıra, iki kıtayı ve iki denizi birbiriyle bağlayan stratejik konumu itibariyle de önemli bir merkezdi. Bundan dolayı tarihte pek çok devletin topraklarına katmak istediği bir kara parçasıydı.

Bunun yanında İstanbul, İslam devletleri açısından farklı bir öneme haizdi. İslam peygamberi Muhammed, İstanbul’un Müslümanlar tarafından fethedileceğini 7. yüzyılda sahabelerine müjdelemiş ve İstanbul’u fethedecek komutan ve askerlerden övgüyle bahsetmiştir. Bu sebeple tarihe geçen İstanbul kuşatmalarının büyük çoğunluğu İslam devletleri tarafından yapılmıştır.

Daha Önceki Fetih Denemeleri

Karadeniz ile Ege’yi birbirine bağlayan deniz yolu üzerinde kurulu olan İstanbul, günümüzde olduğu gibi o zamanlar da oldukça önemli bir şehirdi. 1453 yılına kadar farklı zamanlarda, birçok farklı millet ve medeniyet tarafından defalarca kuşatılmışsa da, gerek Bizans’ın sahip olduğu Rum ateşi (grejuva), gerekse şehrin o zamanlar için aşılamaz olarak görülen surları, bu fetih hareketlerini başarısız kılmıştı. Sayıları 22 olan kuşatmalar sırayla şunlardır:

  • M.Ö. 340, Makedonya Kralı Phillippe
  • M.Ö. 194, Roma İmparatoru Septimius Severus (Başarılı olmuştur. Şehir, Romalıların hakimiyetine geçmiştir.)
  • 616, İran Hükümdarı Keyhüsrev
  • 626, İranlılar ve Avar Türkleri ortak
  • 672, Emevi Halifesi Muaviye
  • 712, Emevi Halifesi I. Yezid
  • 722, Emevi Halifesi I. Yezid (Yalnızca Galata Limanı alınmış, Arap Camii inşa ettirilmiştir.)
  • 782, Abbasiler (Kent haraca bağlanmıştır.)
  • 854, Abbasi Halifesi Mütevekkil
  • 864, Ruslar
  • 869, Abbasiler
  • 936, Ruslar
  • 959, Macarlar
  • 970, Abbasiler (Kent haraca bağlanmıştır.)
  • 1203, Latinler (Latinler, İstanbul’u 1261′e kadar ellerinde tuttular.)
  • 1302, Venedikliler
  • 1348, Cenevizliler
  • 1394-1396, Osmanlı Padişahı I. Bayezid
  • 1412, Osmanlı Şehzadesi Musa Çelebi
  • 1422, Osmanlı Padişahı II. Murat
  • 1437, Cenevizliler
  • 1453, Osmanlı Padişahı II. Mehmed (Başarılı olmuştur. Şehir, Osmanlıların hakimiyetine geçmiştir.)

Bunların yanında Atilla’nın, Vikinglerin, Bulgarların Avarların ve Gotların da kuşatma yaptığı bazı kaynaklarda geçer ama tarihleri bilinmemektedir.

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

Fetih

Saldırı Hazırlıkları

Sultan II. Mehmet, Theodosius Surları’na ve şehrin su ile çevrili olmayan tek bölgesini batıdan gelebilecek saldırılardan koruyan hendeklere saldırmayı tasarladı. Ordu 6 Nisan 1453′te şehrin doğusuna yerleşti. Toplar haftalarca surları dövdü fakat yeterli gedik açamadı. Topların yeniden doldurulmaları zaman aldığı için, her atıştan sonra Bizanslılar hasarın çoğunu tamir edebiliyorlardı.

Daha sonra, yeraltı tünelleri yapıp surların altını kazarak yarma yolunu denediler. Kazıcıların çoğu, Sırp Despot’u tarafından Nvo Brdo’dan gönderilen Sırplardı ve Zağnos Paşa’nın emri altındaydılar. Lakin Bizanslılar, Johannes Grant adında, Alman olduğu söylense de muhtemelen İskoç olan bir mühendisi görevlendirdiler. Tünelleri kazdırmak için Fatih Sultan Mehmet’in Bulgar asıllı bir tünel kazıcısını (lağımcı) kaçırttığı bilinmektedir. Johannes karşı tüneller kazdırdı ve Bizans birlikleri tünellere girip Osmanlı işçilerini öldürdüler. Diğer tüneller de suyla dolduruldu. Son olarak Bizanslılar önemli bir mühendisi esir alıp işkence yaparak, sonradan yıkılan tünellerin hepsinin yerini öğrendiler.

Sultan II. Mehmet, şehrin ödemeyeceğini bildiği çok büyük vergi karşılığında ablukayı kaldırmayı önerdi. Bu da geri çevrilince, Bizanslı askerlerin kendi birlikleri tükenmeden önce bitkin düşeceğini bilerek saf güçle duvarları alt etmeyi tasarladı.

29 Mayıs sabahı saldırı başladı. Hücumun ilk dalgasını, mümkün olabildiği kadar çok Bizans askerini öldürmeye niyetli acemi askerler olan azaplar oluşturuyordu. Ayrıca Haliç’ten de baskı uygulayabilmek için gece yağlı kütükler üzerinde karadan Haliç’e taşınan gemiler, o sabah Bizans askerlerine karşı bir sürpriz unsuru olmuştu. Anadolululardan oluşan ikinci dalga, şehrin kuzeydoğusundaki, topla kısmen hasar almış Blachernae Surları’nın (okunuşu: blakernai ) bir bölümüne odaklanmıştı. Uzun süren bu çarpışmalar sonucunda Ulubatlı Hasan adındaki bir yeniçeri, surlara Osmanlı sancağını dikmiş, bununla ateşlenen Osmanlı ordusu 29 Mayıs 1453′te İstanbul’un surlarını aşmıştı.

Ancak savaş henüz bitmemişti. Hayatta kalan Bizans askerleri, Osmanlı askerleriyle sokak aralarında çarpışıyorlardı. Kısa süren bu çatışmalardan sonra Bizans ordusu yenilmiş ve Sultan II. Mehmet önderliğindeki Osmanlı ordusu İstanbul’a tamamen hâkim olmuştu.

Fetih

Fetih

İstanbul Fethinin Sonuçları

O günün dünyasındaki en önemli şehirlerden olan İstanbul’un fethi, gerek dünyada gerekse Anadolu’da birçok etki yarattı.

İç sonuçlar

  1. Anadolu ve Balkanlar arasındaki geçişlerde bir engel olan 1058 yıllık Bizans yıkılmış, arada engel kalmamıştı.
  2. Birçok kere Osmanlı şehzadelerini ve Avrupa ülkelerini kışkırtan Bizans artık bunu yapamayacaktı.
  3. Müslüman dünyasında Osmanlı Devleti daha saygın bir hale gelmişti.
  4. II. Mehmet, Fatih unvanını aldı.
  5. Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan ticaret yolları ele geçirildi.
  6. İstanbul başkent yapıldı.
  7. Osmanlı’nın yükselme dönemi başladı.

Dış sonuçlar

  1. Avrupa ve Balkan devletlerinin Osmanlı’yı Balkanlar’dan atma çabaları sonuçsuz kalmıştı.
  2. İstanbul’dan İtalya’ya kaçan sanatkârlar ve bilim adamları, Rönesans ve reform hareketlerini hızlandırmışlardı.
  3. Dünyanın en büyük imparatorluklarından olan Doğu Roma İmparatorluğu tamamen yok olmuştu.
  4. Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ başlamıştı.
  5. Ticaret yollarının birer birer Türklerin eline geçmesi Avrupalıları yeni ticaret yolları bulmaya zorladı ve coğrafi keşifler ortaya çıktı.
  6. Büyük ve kalın surların toplarla yıkılabileceğini gören Avrupa, bu yöntemi derebeylikler üzerinde denemiştir. Böylelikle küçük derebeylikler yıkılıp yerine büyük krallıklar kurulmuştur.
  7. İstanbul’dan ayrılan Bizanslı bilginler, Avrupa’da Reform hareketlerini başlatmışlardır.
  8. Osmanlıların ticaret yollarını ele geçirdikten sonra bu yollardan geçmek zorunda kalan Avrupalılar yüksek vergileri Osmanlıya ödememek için ticari yollar aradılar. Böylece Bartelmi Diaz Ümit burnunu keşfetti.

Bu fetih bir nevî Avrupa’nın (İngiltere’nin) Amerika kıtasını keşfinin yolunu açmıştır. Zirâ bu keşifle ticaret yolları kapanan Avrupalılar başka yollar bulmak zorundaydılar. Bu keşif buna bir vesile olmuştur.

[Yazı Kaynak: Wikipedia]